8 Ekim 2009 Perşembe

Türkiye'de bilime verilen önem (sadece bir örnek)

Son birkac aydir deli gibi gezginlige takmis durumdayim. Agustos ayinda Chris McCandless hakkinda da kisa bir yazi yazmistim. 2007 yapimi filme esin kaynagi olan kitabini gecen hafta siparis ettim. Su an da Eddie Vedder'in soundtrack'i esliginde okuyorum.

Kitabi okurken aileden geri kalanlar ve Chris'in yolculugu sirasinda tanistigi insanlarin izini sürmek geldi aklima. Babasi 50'li yillarda NASA'da calismisti. NASA'nin sitesine girince de bir lise arkadasimin orta okulda yaptigi dönem ödevi geldi aklima. Onu paylasmak istiyorum.

Mersin'de oturan bu arkadas orta 2'deyken uzay konulu bir dönem ödevi aliyor. Fen dersi mi, ingilizce dersi mi bilemiyorum artik. Bu arkadas fotograf ve döküman istegiyle bir mektup TÜBITAK'a, bir mektup da NASA'ya yolluyor. Sene 1995-96 filan. E-Mail olayi yaygin degil.

Aradan 2 ay geciyor ve arkadas posta kutusunda USA damgali bir paket buluyor. NASA'dan gayet doyurucu nitelikte fotograf ve döküman gelmis. Tabi ki herhangi bir ücret talebi olmadan. Tübitak'tan hala cevap bekliyor...

5 Ekim 2009 Pazartesi

Pahali ama vasat iftar yemegi

Bloga baya bir ara verdim. Laptopta ve kafamda duran yazilar vardi. Bu konuyu da mutlaka paylasmak istiyordum herkesle üstünde cok vakit gecmesine ragmen.

Efendim, biz sirketten 3 arkadas Acibadem'deki Defne Kebap'a iftara gittik. Gittigimiz arkadaslardan bir tanesinin arkadasi orada calisiyormus, bize yer ayirtti filan. Güzel bir iftariye tabagi ve corbaya basladik iftara. Sonradan gelen icli köfteler de iyiydi. Ama ne olduysa ondan sonra oldu. Iskender getirdiler bize. Etler hem kayis gibiydi, hem de bir parmak kalinligindaydi. Tadini da begenmedim. Akabinde gelen güllac ise hayatimda yedigim acik ara en kötü güllacti. Benim ilk defa yaptigim güllac bile eline verirdi bunun. Tadi kötüydü. Onu gectim, güllacin üst yapragi kuruydu. Bildigin kuru. Basacaksin arkdas bol sütü güllac yapiyorsan. Beni fiziksel etkilemese de ruhsal olarak etkileyen baska bir olay vuku buldu sonra. Cay fasli denilen yemek sonrasi seremonide cay denen seyi sevmedigim icin pek aktif görev alamiyorum. Ama etrafimizdaki masalarda demlik demlik caylar icilirken bize hic bakilmamasi en sonunda sinirlerimi hoplatti. Gittim kendi demligimi kendim aldim ve servisin de cok kötü oldugunu söyledim. 1 hafta kadar otelde garsonluk yaptigimdan bu isin ne kadar zor oldugunu bilirim ve sinirlenme esigim cogu insandan daha yukaridadir ama ben bile ilallah dedim. Hesap olarak adam basi 27,5 TL ödedik. Bahsis hic vermedik. Rezaletti. Uzak durunuz efendim Acibadem Defne Kebap'tan.

31 Agustos - 6 Eylül Almanya Gezisi

Bu yazida basligin sadece ziyaret kismiyla ilgili olan kismini, aslinda bütün gezi tekmisim gibi bulabileceksiniz. Bloga yazdigim ilk gezi yazisi bu yanilmiyorsam (Bang Your Head!!!’I yetistiremedim bir türlü, 81 sayfalik bir Iran gezisi duruyor daha defterde).

31 Agustos Pazartesi

Ucagim 10:45’te oldugu icin saat 9 gibi Sabiha Gökcen’e vardim. Giseler acayip doluydu. Zaten ucak da zor bulmustum. 1 saate yakin bekledim giselerde. Tabi sirada ben oldugum icin hic ilerlemiyordu. Ilerlemeyince gerilen insanlar gisedeki kizcagizi da gerdi. Bagiris cagiris filan oldu. Kiz aglarayak arka odaya gitti. Baska biri gecti onun yerine. Sonuncu olarak verebildim esyalarimi. Pasaport kuyrugunda sansim yaver gitti. Zürih ve Stuttgart salterleri yan yanaydi. Ikisinin önü de kalabalikti. Stuttgart kuyruguna girdim haliyle. Bir türlü ilerlemiyordu. Sonra bir görevli Stuttgart, Stuttgart diye bagirdi da Zürih kuyrugunda oldugumu anladim. Önde baslayan kuyruk arkalarda catallaniyor tabi. Otobüse binip 70 metre ilerideki ucaga gittik. Bacak araligi en fazla diye en önden almistim koltugu ama bu sefer de kic araligi kücük cikti. Ben ki icecik bir popoya sahibim (bakin kic bile degil benimkisi), zor sigdim yani.

Sabah gec kalmamak icin Tülinimin bir gece öncesinden yaptigi kisirdan maalesef cok az alabildigim icin ucakta sandvic söyledim. Yemegimi yiyip biraz gazete okuduktan sonra ucusumun son bir saatini uyuyarak gecirdim.

Almanya’ya son 2 senede ücüncü kez geliyordum. Hepsi de yazindi ve ilk kez yaz havasiyla karsilasiyordum. Daha önce hep kapaliydi hava. Hele 2007’de Wacken’a geldigimde (bak onunla ilgili de bir yazi yazmam lazim bir ara), sadece festival zamani yagmur yagmamisti. Tekrar pasaport kontrolünden gecip, cantalarimi aldiktan sonra rezerve ettigim Ford Focus Kombi’yi teslim aldim.

Ilk hedef 310 km uzakliktaki Pilsting’di. Sehir Avusturya sinirina yakindi. Münih’e ucak biletleri pahali oldugundan Stuttgart’tan gitmek zorundaydim. 140-150 ile giderek 3 saat olmadan varmistim oraya. Sehrin icine girmedim. Toplantidan sonra Münih’e gittim. Pilsting'in Pfarrkirche'si:



Otelime giris yaptim. Üstümü degistirdikten sonra Münih Havalimani’na gittim. Oradan yapmam gereken bir sey vardi. Yolda bir yemek yiyecek yer bulana kadar kaldigim kasaba bitti.

Münih Havaalani kendi icinde bir sehirmis. Yolumu bulana kadar ceyrek depo benzini bitirdim. Sonunda gidecegim yeri buldum. Gözünü seveyim ben Atatürk Havaalani’nin. Bir bina var. Gelen asagi katta, giden üst katta. Mis valla…

Park edip kartimi aldim. Kart da kaybolmasin diye büyük bir zeka örnegi gösterip ipod kilifina sikistirdim. Iceride bir Sportsbar vardi. Orada yemek yiyeyim dedim ama orasi da 10 dakika sonra kapatacagi icin (Saat 9’a geliyordu) yemek vermediler bana. Ne yapayim, ben de yan taraftaki dönerciye gittim. Orasi 11’e kadar acikmis. Koyun peyniri dahil ne varsa koydurttum pidenin arasina. Dönerin tadi degisikti ama fena degildi. O kadar actim ki, ne olsa yerdim. Park bedelini ödemek istedigimde otomat bileti kabul etmedi. Zira benim Ipod kilifinin miknatislari biletin manyetigini fisfislamisti. Park yerinden disari cikamadim. Tekrar otomata gittim. Oradan birine telefon edip yeni bilet aldim ve ancak öyle cikabildim. Hic caktirmadim ama.

Otele geri dönüp biraz internete girmeye calistim ama baglanti cok kötüydü. Dislerimi fircalayip yattim.

1 Eylül Sali

Sabah kalkip dus aldim ve kahvaltiya indim. Her seyden bol bol yedim tahmin edilecegi üzere. Bir daha ne zaman yemek yiyecegim belli degildi. 11’de toplantim vardi zira.

Toplantidan sonra benzin alip Münih’in merkezine gittim. Tren garinin oraya biraktim arabayi. 13. yüzyilda yapilan Karlstor’a gittim. 18. yüzyilda tekrar bir elden gecirmisler ama. Bu Karlstor’un oldugu cadde (Tor, kale girisi demek. Ayrica almanca’da kale ve gol anlamina da geliyor), sadece yayalara acik bir yer. Sagli sollu magazalar ve restoranlar mevcut. Onlardan bir tanesine oturdum. Augustus birasi ve Schwaben usulü mantarli dana köftesi söyledim (aslinda garson tavsiye etti, yoksa onca seyin arasindan zor bulurdum).



Yemegimi yedikten sonra arabaya gittim yine. Havaalanina gerekli teslimati yaptiktan sonra Aalen’a vurdum arabayi. Hava bugün 32 dereceydi. GPS aleti beni hedefe bir 60 km kala otobandan cikardi ve cevre yoluna atti. Bir de aksi gibi bu 60 km’nin 50 km’sine yakini kamyonun arkasinda gecti. Sollamak da yemedi. Tin tin gittim arkasindan. Haziran’da geldigimde de kaldigim Hotel Adler’a gittim yine. St. Mauritius Kilisesi:



Yeni odalardan birini vermisler bana. Frenchbed. Biraz dinlendikten sonra restorana indim. Salata söyledim. Salatayi beklerken ve yerken cok saglam simsekler cacti. Yagmurlu olacagi söylenmisti zaten. 2 gün günese de sükür sonucta. Odama ciktim. Internete girdim gec saatlere kadar.

2 Eylül Carsamba

Kalkip kahvaltiya indim. 5-6 kisilik bir grup da vardi kahvaltida. Acayip gürültü ettiler. Moralim zaten bozuk. Saglam kahvalti ettikten sonra yikanip tras oldum. Aalen Wasseralfingen’daki toplantidan sonra Aalen’in sanayi bölgesine gittim. Orada bir görüsme yaptiktan sonra Media Markt’a gittim. Media Markt’in yaninda spor magazasi vardi ama icinde benim ilgimi ceken bir sey yoktu. Media Markt’a girdim sonra. Orada da sansima metal CD’lerinde indirim yoktu. Michael Jackon’in Bad albümünü aldim 6 Euro’ya.

Aalen merkezde Burger King’de yemek yedikten sonra Ulm’e gittim. Ulm, benim Luzern’den bile daha cok begendigim bir sehir. Tuna nehri boyunca uzanan parkurlari ve spor sahalari beni etkilemeye yeterken bir de Dünya’nin en yüksek kilisesine sahip. Haziran’da geldigimde 15 km filan yürümüstüm bu güzel sehirde.

Gecen sefer de gittigim Hotel Kreuzäcker’a gittim yine. Üstümü degistirip biraz hokkabazlik calistiktan sonra aksam yemegini yemek üzere sehir merkezine gittim. Iyi bir cin lokantasi bulmak biraz vaktimi alsa da sonunda hayatim boyunca unutamayacagim bir yemege kavustum.

Corba olarak Wan-Tan söyledim. Bildigimden filan degil. Menüde neyli oldugu yazmadigi icin söyledim, sürpriz olsun diye. Müthis bir corba geldi. Tadi harikaydi. Bir sürü sebze vardi icinde. Ayrica 3 tane de büyük manti tanesi ve tavuk eti vardi. Tadi damagimda kaldi resmen ve fiyati da sadece 1,90 €’di. Hem saglikli hem lezzetliydi. Icecek olarak Kuava suyu söyledim. Tropikal meyve oldugunu tahmin etmek zor olmadi da, tam olarak nasil bir sey gelecegini bilmiyordum yine de (hatta meyvenini ismini de attim. Kuava diye bir kelime olup olmadigini bilmiyorum bile). Sarimsi bir sivi getirdiler. Harika bir tadi vardi. Iyi ki yarim litrelik istemisim. O da 2,90 €’du. Yaninda da 20 cl’lik bir icki getirdiler. Onun da harika bir tadi vardi. Kokladiginda alkol oldugunu biliyorsun ama tadinda cok az farkediliyor. Zaten cok hafif bir seydi bu müessesenin ikrami. Ana yemek olarak yengec söyledigimi sanmistim zira menüde Krabben yaziyordu. Karides icin shrimps yazmislardi. Ama yengecin Krebs oldugunu unutmusum. Yengec niyetiyle yemeye basladigim seyin sonradan jumbo karides oldugunu fark ettim. Tadi cok güzeldi. Bu enfes yemegin de fiyati sadece 7,50 €’du. Önce catal bicak getirdiler ama ben chop sticks istedim tabi. Yemek yaninda pilavla servis edildi. Pilav tahmin ettigim gibi soguk ve tuzsuzdu. Zaten adamlar pilavi katik diye yiyor. Tesekkür edip ayrildik. Artik Ulm’e geldigimde nerede yemek yiyecegimi biliyordum, hem de Türkiye’de ödeyecegimin ücte bir fiyatina.

Dönüste yürüyerek gittim otele. Ulm’un icini iyice bir dolastim. Ulmer Münster’in saat kacta acik olduguna bakmaya gittim. Yol üstünde Ulm’un II. Dünya Savasi’ndan önce ve sonraki hallerinin fotograflarinin bulundugu bir sokaktan gectim. Cok ilgimi cekti haliyle. Ulmer Münster’in hemen yaninda bir sarap festivali (Weinfest) vardi. Icinden gectim ama o kadar doluydum ki, agzimi acsam kusacak gibiydim. Sokaklardan birinde iki tane gezgine rastladim. Elleri cantalari nasil dolu. Yardim teklif ettim ama yüzüme bakip hicbir sey demeden hizli hizli uzaklastilar.

Köprünün üstünden gecerken bana dogru gelen iki cift gördüm. Polonyali olduklarini sandigim karilar (daha kibarlastiramadim) yanlarindan gecen iki almana bagirmaya, bir seyler söylemeye basladilar. Almanlar bunlara hic aldiris etmeden yürüdüler gittiler. Adabazar’da olsaydi elemanlar kesin low kick calisirdi.

Yürüme parkuruna ciktim. Gecenin 11’inde bile hala bisiklet kullananlar ve kosanlar vardi. Icmeye gelenler vardi ama sessiz sessiz, usturubuyla iciyorlardi. Karanlikta bir bank bulup oturdum. Düsünmeye basladim. Biraz agladim. Sonra otelime dogru yürümeye devam ettim. Yolda polis genc bir sürücüye alkol testi uyguluyordu. Ne yapmasi gerektigini filan anlatiyordu. Kendimi hic iyi hissetmiyordum. Müzik dinlerken sizmisim.

3 Eylül Persembe

Bugün baya vaktim vardi. Kalkip saglam bir kahvalti yaptim her zamanki gibi. Otelden ayrilip sehir merkezine gittim. Ulmer Münster’e cikmak istiyordum artik. Arabalarin oldugu bir yere cektim ben de arabayi. Biraz sonra abinin teki gelip oraya park etmenin cezasinin 95 € oldugunu söyledi. Onun özel izni varmis. Arabasiyla bana park yeri gösterdi sagolsun. Park otomatina gittim. Bir türlü beceremedim park karti almaya (halbuki okusaydim yapabilirdim, acele ettim yok yere). Gittm Ulmer Münster’e:



Biraz Ulmer Münster’den bahsedeyim. Burasi Dünya’nin en yüksek kilisesi. Boyu 161 metre. Hamburg’taki St. Nikolaikirche’nin boyu 156 metre. Meshur Kölner Dom’un boyu ise 146 metre (boylari aklimda kaldigi gibi yazdim. 3-5 metrenin lafini etmeyin sonra. Sayilari da Ulmer Münster’in icindeki yüksek tapinaklar kisminda gördüm. Bakmadim nete filan. Trende yaziyorum zaten bunlari). En tepeye kadar 768 basamak var. Daracik yerden döne döne cikiyorsun. Giris de sadece 4 € (evet bizim Galata Kulesi’ne cikistan biraz daha ucuz, 10 Lira’ydi orasi en son). Kilise’nin yapimina 1377 yilinda baslanmis ve 1890 yilinda tamamlanmis. Artik ilk yapilan mimari yapiya uygun olarak mi bitirilmis ne yapilmis bilmiyorum ama Mimar Sinan’in yapilarinin ne kadar kisa sürede yapildigini düsünürsek, üstada bir kez daha saygi duymak gerektigini anliyoruz.

Yukari cikmaya basladim. Duvalarda hep yazilar. Bilmem kim was here, su sunu seviyor (Türkce yazilmis). Yazik günah ya. Hangi mantikla yazilir böyle seyler anlamiyorum. Sansima önüme slavlar cikti (hirvatlardi sanirim). Yavas yavas cikiyorlardi yukariya. En sonunda genis bir bosluga denk geldik de gectim onlari. Yani ben de hizli hizli cikmaya calismiyordum saat 2’de Mercedes’le toplantigim oldugu icin. Terlemeyeyim diye kasiyorum yani bir taraftan ama bunlar cok yavasti. Saymadim ama herhalde 300 basamak sonra filan ilk mola yerine vardim. Yukarida bahsettigim tapinak bilgilerinin oldugu büyükce bir yerdi. Ayrica üstü camla kapli bir delikten asagidaki canlar görülebiliyordu. 15 tane vardi. Saat 11:45’ti. Acelem oldugu icin 15 dakika daha bekleyip hepsinin uzun sure calinmasini izleyemedim. Bir dahaki sefer daha tesekküllü gelecegim, fotograf makinasiyla filan. O zaman bekler izlerim. Ikinci etap biraz daha dar bir gecitten olusuyordu. Burada da 250-300 basmak vardi. Artik iyice yükselmistim. Rüzgar oldukca sertti. Terlememe izin vermiyordu bile. Timanilacak son bir etap kalmisti. Buraya gelene kadar hep tek yöndü inisler ve cikisler. Ama bu son kulede inis ve cikislar tek bir merdivenden yapiliyor ve burasi daha öncekilerden de dar. Tutmak icin de fazla bir yer yoktu. Yani bir düstün mü 100-150 basamak durmadan düsersin. Yukaridan gelenlere yer vermeye calisiyordum. Gelenlerden bir tanesi de kiliseye girdigimde rastladigim kör bir adamla cocuguydu. Görenlerin bile cikmaya cesaret edemedigi son kismi da cikmis. 9-10 yasindaki cocuguyla öyle güzel bir sohbeti vardi ki. Cocugu her seyi anlatiyordu ona. Resmen gözü gibi. Cok hosuma gitti. Onlara da yer verdikten sonra tamamladim cikisi. Hava biraz yagmurlu, dolayisiyla bulutlu oldugundan görüs mesafem normalden daha kisaydi. Acik bir havada Alpler’in bile göründügünü söyler bir efsane. Kulenin tepesine 10 metre filan vardi diye tahmin ediyorum. Anneme zirveden bir mesaj cektim. Asagi inerken kronometreyi calistirdim. Yüksek sayilacak bir tempoda 12 dakikada inebildim. Bir dahaki gelisimde yine cikmaliyim.

Oldukca basarili (ve uzun) gecen Mercedes toplantimdan sonra yemek icin IKEA’ya gittim. Her zamanki karidesli salatamdan aldim. Yanina bol sebzeli hint corbasi ve isvec usulü schnitzel ve soguk icecek aldim. Salata Türkiye’de daha güzel. Hem zeyinyagi da veriyorlar. Corba kötüydü. Keske gulas corba alsaydim. Schnitzel de bildigin schnitzeldi. Soguk icecek secenegi fazlaydi sadece Türkiye’dekinden farkli olarak. Yaban mersini gazozu filan var. Kolaya tercih ederim tabi. Cin restoraninda ödedigimden daha cok ödedim anasini satayim. Bir de cikmak icin sonra bir saat yol yürüdüm IKEA’da.

Bu gece Mannheim’a 13 kilometre uzakliktaki Ladenburg’ta kalacaktim. 220 kilometre yolum vardi. Yol boyunca cok yagmur yagdi. Mannheim’a yaklasinca dindi ama. Hotel Im Lustgarten diye bir otelde kaldim. Ladenburg'ta Aziz Gallus Kilisesi:



Biraz Ladenburg’tan bahsedeyim. Otobanda Ladenburg’a yaklasirken Roma Yerleskesi yaziyor tabelalarda (Almanya’da neredeyse her yerlesim birimi icin ilgi cekici bir tabela ve yazi hazirlamislar. Gotik kent, zart kalesi, zurt kilisesi, tarih öncesi magaralar diye uzayip gidiyor. Bazen otobandan cikip kasabalari gezesim geliyor). Aldigim kartpostalda kasabanin M.S. 98 yilinda kuruldugunu yaziyordu. Yollar cok dar ve hep arnavut kaldirimiyla dösenmis (bircok orta cag kentinde oldugu gibi). Ama bu yerde modern yapi yok denecek kadar az. Cok gec geldigim icin fazla gezemedim. Sabah da erkenden terk etmek zorunda kalacaktim maalesef.

Otelimiz de eski bir köy eviydi. Otelden ziyade restoran olarak kullaniliyor. 6 tane tek kisilik, 8 tane cift kisilik oda vardi sadece. IKEA’da yemis olmasaydim orada yerdim kesin yemegi. Biraz yazi yazip yattim cünkü sabah cok erken kalkacaktim.

4 Eylül Cuma

Sabah 6:30’da uyanip asagida söminenin önünde kahvaltimi yaptim. Sabah haberlerinde Michael Jackson’in cenazesini anlatiyorlardi. Michael Jackson’in ölüm haberini de Almanya’dayken almistim. Güzel bir kahvalti yapip odama ciktim. Giyinip Mannheim’a gittim.

Orada süren kisa bir toplantidan sonra Köln istikametine vurdum arabayi. Dikkat kurbaga cikabilir, dikkat geyik cikabilir tabelalarinin arasindan gecerek o günkü ikinci toplantima gittim. Cuma olmasindan midir nedir, cok durgun gecti o toplanti.

Artik serbesttim. Ertesi günkü fuar Düsseldorf’ta oldugu icin yaklasik 100 kilometre daha araba kullanacaktim. Önce otelime yerlestim. Hintli oldugunu tahmin ettigim bir aile isletiyordu oteli. Almancalari oldukca kötüydü. Otelin asansörü 1965’te yapilmisti. Odama ciktim. Biraz uzandim. Internetten Düsseldorf’ta bulunan Metal/Rock Bar var mi diye baktim. Bolkerstrasse’de iki tane varmis. Adresleri alip oteli terk ettim.

Sehrin Altstadt’ina gittim önce (Isvicre ve Almanya’da cogu büyük sehrin yüzyillar öncesinden kalma yapilarinin bulundugu Altstadt’lari vardir. Altstadt da Old City, Eskisehir :eha: demek zaten). Navigasyona Bolkerstrasse’yi girerken önünden gectigimi gördüm. Burasi bir nevi barlar sokagiydi. Müzikler birbirine karisiyordu. Insanlar hangi barda oturdugunu muhtemelen unutuyorlardir. Ama herkes halinden memnundu. Bolkerstrasse:



Yemek yiyecek yer bakindim. Pizza Hut’a girdim. Öglen yemek yemedigim icin acayip actim. Önce bir Tavuk Kanat söyledim, büyük seftali suyu ve büyük de pizza margherita söyledim. Gelen pizza harbiden büyüktü ama son iki lokmaya kadar pek zorlanmadan yedim. Tahmin ettigimden de cok acikmisim.

Oradan cikip barlara bakindim. Engel denen yer cok yakindi Pizza Hut’a. Hard Rock caliyordu iceride. Bir de Weisser Bär’i aradim. Orada Marilyn Manson caliyordu. Engel’a gitmeye karar verdim haliyle. Öncesinde hava kararana kadar Ren nehri kenarinda yürüdüm. Ardindan da ALDI’ye gidip aksam icin bir seyler aldim ve onlari arabaya koydum.

Engel’a gittim yine. Bos yer boldu. Bir bira söyledim: 1,70 €. Koyu bira olmasina ragmen tadi fena degildi. Barda en genc bendim muhtemelen. ZZ Top, Rolling Stones filan caliyorlardi. Ortam iyiydi. Tavanda gitarlar asiliydi. Millet dart atiyordu, bilardo oynuyordu. Sarkilara eslik edip dans edenler vardi. Tek kötü tarafi kapali alanda sigara iciliyor olmasiydi. Yine de bir bira daha söyleyip etrafi incelemeye devam ettim. Keyifliydi benim icin.

Hafif alkollü arabaya atlayip otele gittim. Ertesi gün cok gec kalkmama gerek kalmayacakti. Biraz juggling calistim, ivir zivir yedim ve yattim.

5 Eylül Cumartesi

Klasik müzik esliginde kahvaltimi yaptiktan sonra dus alip hazirlandim. Bugün fuara gidecektim. Sabah 10’dan aksam 6’ya kadar fuardaydim. Karavanlar 20'000 €’dan baslayip 230'000 €’ya kadar gidiyordu (icine Smart giriyordu kimilerinde). Outdoor kisminda Samed’le benim ayni anda batirmadan icine girebilecegim sisme bot gördüm 60 €’ya. Hala „alsa miydim lan?“ diye düsünüyorum. Gölde ve denizde kürek cekebilirdik ikimiz.

Fuardan cikip ALDI’ye gittim. Pazar günü alisveris yapacak yer olmayacakti. Biraz icecek ve cikolata aldim Türkiye’ye götürmek icin. Kendime de gece icin 70’lik bir sarap aldim 2 €’ya. Otele gittim. Üstümü filan degistirdim. 6 gündür ayni takim elbiseyi giydim anasini satayim. Giydim yine sortumu ve batug.com sweatimi. 40 lira diye cok demistik önce ama süper oldu yani. Yagmurun ve rüzgarin bol oldugu Almanya’da cok isime yaradi.

Yemek yiyecek yer bakindim. Arjantin ve ispanyol restoranlarina baktim ama gözüm Bolkerstrasse’de gördügüm Cin restoranina takilmisti. Dönüp dolasip yine oraya girdim. Menüde yine Wan-Tan corbasi vardi ama ben bu sefer Hint usulü bir corba aldim. Kötüydü. Taze sogan koymamis olsalardi fena olmazdi. Bu Asyalilar yemekleri sebzeli yapacagiz diye ellerine gecen her yesil seyi yemege katmasalar daha cok tercih edilirler valla. Arkasindan mekanin özel yemeginden yedim. 8 cesit etin ve yine bol sebze ve soya sosunun oldugu bir yemekti. Neyin ne eti oldugunu yazsalarmis keske. En cok citir ördek etini sevdim ama.

Cadde cok kalabalikti. Junggesellschaftsabschied (JGA diye kisaltacagim, cok uzun sürüyor yazmasi) denilen olaydan cok vardi. Onu da kisaca bir anlatmaya calisayim. Evlenecek olan erkek, arkadaslarinin sectigi bir kiliga bürünerek gül, icecek, zart, zurt satmaya cikiyor. Genellikle kadin giysisi giydirip tuhaf bir makyaj yaptiriyorlar. Satilanlarin parasiyla da arkadaslarina icki ismarliyor. Ayni anda belki 4-5 tane JGA kutlamasi vardi.

Barlarda millet üst üste artik. Sarki söylemeler, mani cigirmalar, her sey var. Adamlar icin önemli olan icmek zaten. Hangi müzikle nerede ictikleri önemli degil. Engel’e girsem mi diye bakindim ama asiri kalabalikti. Arabaya atlayip otele gittim. Otelde müzik dinleyerek kendi halime icmek istedim.

Uzun ugraslardan sonra Isvicre cakim sayesinde actim sarabimi. Bir taraftan müzik dinliyorum, bir taraftan da sarabimi iciyorum. Cips de actim ama yemek canim istemedi. Basim hafif dönmeye basladi. Ne kadar sarhos oldugumu juggling yaparak anliyordum. En son Iran’da alkolden basim dönmüstü. Zamanlamasi cok iyiydi. Zaten rüyada miyim, gercek yasamda miyim anlayamiyordum. Kötü bir rüyada oldugumu umuyordum. Fakat Türkiye’ye gittigimde olmadigini anlayacaktim. Neyse…

6 Eylül Pazar

Sarabi icerken, müzik dinlerken sizmisim. Iyi ki alarmi kurmusum. Sabah 9:30’da kalktim. Basim cok agriyordu. Kahvaltida sadece Müsli ve 3 tane yogurt yedim. Salam ve peynire dokunmadim. Yogurt cok iyi geldi. Süper bir sey ya su yogurt.

Odama cikip dus aldim ve hazirlanip ciktim. Son bir benzin alip havaalanina gittim. Free Shop’tan Jägermeister almak istiyordum ama bulamadim. Alkol orani daha düsük olan baska bir bitki likörü aldim. Geliste oldugu gibi dönüste de Pegasus’la uctum. Iki ucus boyunca da pilotlar sigara icti. Üc defa filan uyardim. Kesildi koku ama 10 dakika sonra basliyordu yine. THY’de sigara iciliyor diye sikayet ediliyordu ama masallah Pegasus’un kaptanlari 19 Temmuz’da cikan yasaya ragmen hala iciyorlar. Germanwings’te rastlamadim öyle bir seye. Bir dahaki sefere kavga edecegim muhtemelen. Kavganin sonucunu da yine buradan bildiririm.