31 Aralık 2009 Perşembe

Hakkimi yedirtmem arkadas!

Calistigim isyerinin yasa disi isler yaptigini biliyorum ama bir türlü kendime itiraf edemiyorum. Girdik bir kere calismaya ama en yakin zamanda cikmayi düsünüyorum. Sirkette bana bana bir oda ayarladilar. Deponun hemen cikisinda. Arada kamyonet filan yanasiyor, toz duman oluyor ama idare ediyorum. Arabalarin gectigi zamanlarda calisiyor oluyorum zaten.

Yine bir pikap yanasmis depoya. Millet mallari yüklüyor aracin arkasina. Ben de satistan dogan komisyonumu istedim haliyle. Bana bir sey vermeyeceklerini söyledi depo sorumlusu. Bizim muhasebeci Ibrahim'den istedim parami. Ona da kesin emir vermisler vermesin para diye. Elinden gelse yardimci olur zaten Ibrahim, ondan süphem yok. Cok sinirlendim ama. Pikabin dogalgazla calistigini fark ettim ve gazin bir kismini disari veriyordu. Odama gittim biriktirmis oldugum paralarimi metal bir kutunun icine koyup yatili okul dolabima yerlestirdim. Disariya, pikabin yanina gittim ama sancisi olan hamile kadinlar gibi sürekli saga sola yürüyorum sinirden. Sonra malzeme girisinin önünde bir tane molotof kokteyli gördüm (Max Payne hesabi). Aldim onu yerden ve ucunu yakip pikabin gaz cikisinin oldugu yere diktim kimseye belli etmeden ve hemen malzeme girisinin oldugu odaya kactim. Iceride tanimadigim biri daha vardi. Vicdanim el vermedi. Ciktim disariya Ibrahim'i yanima cagirdim ve onu da saklandigimiz odaya cektim ve kapiyi kapattim. Ücümüz de kulaklarimizi kapattik. Biraz sonra bir patlama oldu (aynen Max Payne'deki sesler ve efektler).

Disari ciktim. Pikap parcalanmis. Yerde kan var. Ama hic yarali veya ölü yok. Benim odanin duvari da yikilmis. Direk oradan girdim odaya. Darmadagin tabi. Yatak ters dönmüs, dolap egri bügrü olmus. Para kutum da karsi duvarin kenarinda acik bir sekilde yerdeydi. Paralarimi aldim. Tam sayacakken yerdeki gazeteye takildi gözüm. Bizim sirketteki patlamadan bahsediyor. Hastaneye 7 kisi kaldirilmis. 2 ikisi ölmüs, ücü de yogun bakimdaymis. Hafif yarali 2 kisiye de depoya izin verilenden büyük arac yanastirdiklari icin 30'ar lira ceza verilmis. Büyük araca izin yokmus daha büyük firmalara sevkiyat yapabildikleri icin (valla gazetenin yalancisiyim). Ayrica sirkete de büyük bir ceza gelecekmis.

Benim oraya molotof kokteylini koydugumu bir tek Ibrahim biliyordu. Konusmamasini diliyordum icimden ama bir taraftan da ölenler icin üzgün oldugumdan itiraf edesim vardi. Kafam karisti. "Sorarlarsa söylerim" diye kararimi verdim ben de.

30 Aralık 2009 Çarşamba

Bir pazarlama harikasi #2: The Red Light District

Ekim sonunda Belcika'daki fuar sonrasinda stres atmak amaciyla is arkadasim Onur'la haftasonunu Amsterdam'da gecirmistim. Lisede kimya ve fizik derslerine giren, metal dinleyen, juggling yapan ve ot icen 30 yasindaki bir ögretmenin evinde kaldim. Merkezden 3 km filan uzaktaydi. Aksaminda hemen gittik tabi garin oraya. Elimizde harita var ama merkezden uzaklastikca kullaniyoruz. Görmek istedigimiz yerlerden biri de Red Light District'i görmekti. Amsterdam kücük bir sehir oldugundan bir sekilde oraya "düsecegimizden" süphemiz yoktu, nitekim kokain satan amcalari "istemeden" takip ederek önlerinde kirmizi ampüllerin yandigi evlerin oldugu bir caddeye geldik. Perdeler acik, türlü kiyafetlerle türlü irktan gelen ablalar arz-i endam ediyordu. Saga sola bakinarak gidiyorduk. Kimisinin vitrini ikinci kattaydi. Oralara bakip daha rahat sosyolojik cikarimlar yapabiliyorduk. Yalniz sokak cok dardi. Iki arac ancak gecebiliyordu. Hamburg'taki Reeperbahn'i gördügümden, burasinin oradan cok daha büyük oldugunu saniyordum ama büyük bir yanilgi icerisindeydim. Reeperbahn'in caddesi de cok daha büyüktü (en alttaki Google Earth resimlerinden de anlayabilirsiniz). Biraz ilerleyince hemen bitti cadde. Cok sasirmistim. "Bu mu lan?" diye diye yürüdüm sokakta. Paralelinde bir seyler var mi diye bakindik ama göremedik. Bunun tersin Reeperbahn dedigim gibi cok daha büyüktü. Ayrica emekci ablalarimiz bizzat sokakta olup, sizi daha yakindan cezbetmeye calisiyorlar. Arada cam vitrin yok yani. Google Earth'te ölctüm de, RLD 490 metre uzunlugundayken Reeperbahn 1030 metre uzunlugunda. Reeperbahn'in ara sokaklari neredeyse RLD'in ana caddesi (sokagi?) genisliginde. Iki PS de 1000 m bakis yüksekliginden alinmistir (baska resimler görmek isteyenler google'dan rahatlikla ulasabilirler). RDL'yi bu kadar cekici ve meshur yapan muhtemelen uyusturucu maddelerin daha rahat tüketilmesidir diye tahmin ediyorum ama o da sanirim yaklasik 15 yildir filan var. Yani o serbestligin gelmesinden cok daha önce bir üne kavusmustu RLD.

"The Mighty" Reeperbahn:


Red Light District:

29 Aralık 2009 Salı

Haremlik selamlik Internet Kafe

2 hafta oldu, telekom hala telefon hattimdaki ariza gideremedi. dolayisiyla haftasonlari internete girmek icin internet kafeye gitmek zorunda kaliyorum. Mevki Kanyon ve MetroCity gibi alisveris merkezlerine 2 km uzakliktaki Celiktepe. Tülin'le pazar günü kafeye gittik iste. Yanyana olan iki masaya oturduk. Kafenin sahibi gelip "Bayani isterseniz bayanlar bölümüne alalim" dedi. Ciddi mi söylüyor? Bayanlar bölümü nasil bir yer? Arada perde mi var? Bayanlara ayrilmis baska bir kafeleri mi var? gibi tonlarca soru gecerken kafamdan sonunda dumurdan kurtulup "Olur mu öyle sey?" diyebildim ancak. Tülin neyse ki soku benden cabuk atlatip "Ben burda otururum" dedi "almadilar" bayanlar tarafina. Iran'in cestili sehirlerinde de internet kafeye gittim, orada bile kadin erkek karisik oturuyordu (kadinlarin otobüsün arkasinda, erkeklerin önünde oturdugu bir yerden bahsediyorum). Yuh diyebildim ancak.

24 Aralık 2009 Perşembe

Kulaklikta Sony'den Sasmayacaksin

Tasinabilir müzik calarlara yatili okula gidip günde 4-5 saat etüde girmeye basladigim yil olan 1998'den beri cok düskünüm. Ilk Sony Walkman almistim 8 liraya:



1999'un sonunda Sony Aiwa'nin tuslu bir walkman'ini almistim 130 Mark'a (46 milyon mu ne tutmustu). Onu da 2002 kisina kadar kullanmistim. Suna benziyordu olayim:



JVC diskman almistim 105 liraya Dogu Bank'tan. Cok saglamdi ve cok memnun kalmistim JVC'den.



2005 Eylül'de de 20 GB'lik bir Ipod Photo aldim 440 SFr'ye (500 küsür lira ediyordu).



Ipodu calidirinca hic vakit kaybetmeden 217,50 TL'ye ikinci el (coook temiz kullanilmis) bir Ipod Video 30 gb aldim. Hicbir zaman müzik calarsiz kal(a)madim. Askere de Ipod'umu götürmüs, kaptirana kadar her yerde dinlemistim. Kaptirinca da Engin Astegmen ve Emre sagolsun ici Death ve Immortal dolu bir mp3 calarla idare ettim bir süre. mp3 calari alana kadar da buhrandan buhrana girdim (sabahlari bildigin Ismail YK ve Demet Akalin'la uyaniyorduk).

Bu süre boyunca türlü kulaklikla muhattap olduk tabi. Walkman dönemimde genelde 3-5 liralik cok kötü kulakliklarla takildim. JVC'nin kulakligi da oldukca iyiydi ama DJ kulakligina benzedigi ve benim saclar nerdeyse dirseklerde oldugu icin rahat edememistim hic onlarla. Discman'in son döneminde Philips'ten 56 lira (sene 2005) bir kulaklik almistim. Ses cikisi iyi olmasina ragmen hemen bozulmustu. Ipod alinca Apple kulakligi kullandim bir kac hafta. Philips'ten de kötüydü bu (anlatmaya gerek yok sanirim ipod kulakliginin ne kadar dandik oldugunu). Akabinde bir tane daha Philips kulaklik aldim 51 liraya (sene 2007), arkadas o da cok boktandi. Askerde filan kullanmaya calistim onu ama öldü sonra. 20 liraya Media Markt'tan idare etsin diye Sony MDR-E818LP aldim. Kulakligi her yerde kullandim. Benimle 5 ülke gezdi. Askerde her türlü zorlu sartlara dayandi. ipod calindiginda o da üzerindeydi. Sali günü geldi iste yeni Ipod. Kulakligi hemen Tülin'e verip (o benim kadar yüksek sesle ve sik dinlemiyor nasil olsa) MDR-E819V aldim dün aksam 30 liraya. Bunun E818LP'den farki kumandali olusu. Umarim onunla da uzun bir zaman gecirebilirim sag salim.

Not: Okuyan biri bana Allah rizasi icin fotograf koymayi anlatsin. Image ikonu cikmiyor yazarken. Hukuk bölümünün ders kitaplari gibi oldu blog. Almanya gezisinde bir resim yok. Koydugum linkler de gözükmüyor. Umarim okuyan birileri cikar.

Edit: Foto olayini halletmis bulunmaktayim. Eyvallah Dogus.

Yardimsever (!) Türk Polisi

Gecen hafta pazartesi i-podum gitti. Caglayan'dan Sular Idaresi'ne gitmek icin bindigim minibüste (yanlis minibüse binmisim üstelik) calindigina emin olmak icin gün icinde gittigim her yere telefon actim. En son IETT'den kayip esya bölümünden "bizde böyle bir mal yok" diye mail gelince emin oldum calindigina.

Aksam 6'ya kadar Ümraniye OSB'de calistigimdan hafta ici Caglayan'a gidemedim. Cumartesi gittim. Tahmin ettigim üzere olayin farkina Kagithane'de vardigim icin herhangi bir dilekce almadan oraya yolladilar. Bunun basima gelecegini biliyordum.

Sali günü is cikisi 1001 trafikte Kagithane'ye gittim. Durumu izah ettim. Sular Idaresi'ne giden mninibüs Sisli'den kalktigi icin Sisli'deki Ilce Emniyet Müdürlügü'ne gitmem gerekiyormus. Onlarin bölgesiymis orasi ve Caglayan. Kagithane'de de islem yaptirmadilar.

Dün aksam da Sisli'deki Emniyet Müdürlügü'ne gittim. Oradaki de "Kagithane'ye gitmen lazim. Sen olayin farkina orada varmissin. Kural budur" dedi yine tahmin ettigim üzere. Oradaki polis memuruna "Ben yarin gitsem yine Kagithane'ye, kural buymus. Benim calinti ihbarimi almak zorundasiniz desem bana ne sekilde davranirlar?" diye sordum. Tek dedigi "bakmak zorundalar" oldu. Yakalamisken sunu da sordum tabi: O ipod Kagithane'de veya Sisli'de bulunsa, bu birimler birbirinden haberi olacak mi? Cevap yine sasirtmadi tabi. Kagithane'ye verdim diyelim dilekceyi, ipod Sisli'de bulunursa ondan Kagithane'nin haberi olmayacak. Haberi olsa da cok umurlarinda olmaz zaten ya. Yani ihbarda bulunsam da bir sey cikacagini umdugumdan degil ama en azindan elimden geleni yaptim diyebilirdim (hala da diyebiliyorum gerci).

Emniyet Müdürlügü'nün sitesinde seri numaralarini girerek calinti mal ihbarinda bulunabilsek, sonra o mal istanbul'da calinip elazig'da bulunsa ve bunun seri numarasi ortak sistemden kontrol edilip bizimle irtibata gecseler filan... Ne diyorum ben ya, hizmet filan ederler öyle, tövbe tövbe.

2 Kasım 2009 Pazartesi

Satici kankam Arnold

Uzun süre araba kullanmaktan olsa gerek, Arnold aka Terminator basini direksiyona yaslamis dinleniyor. "Sirtim agirdi lan bi masaj yapsana" dedi. E onca senelik arkadasim, kiramadim tabi. Buna masaj yapmaya basladim. Biraz sonra 5 tane alman geldi. Belali gözükmeye calisiyorlar. Meger Almanya'daymisiz. Bu belali gencler gelip benden 5 dolar istediler (Almanya'da!). Harac kesiyorlar akillari sira. Benim de arkamda dag gibi Arnold var ya, tirsmiyorum tabi. Ben de ayaga kalktim dayi dayi. "Vermiyorum size para" dedim (bu kisimlar almanca - bi tek Arnold'la Türkce konusuyorum). Bu cikisimi da Arnold'a güvenerek yaptim tabi. Ama arkamdan gelen tek ses, tislama sesi. Bizim kocaoglan masajin ve yorgunlugun etkisiyle sizmis kalmis! "Aha sictik simdi" dedim icimden (bu kisim Türkceydi sanirim). Kavga edecektik ve ben büyük ihtimalle saglam dayak yiyecektim. Bir de parami alacaklardi. Kavga sirasinda Arnold uyanmasin diye genclere biraz daha yukarida dövüsmeyi önerdim (bu kadar da düsünceli bir arkadasim iste). Bayir yukari yürüdük biraz. Bir süpermarketin önünde onlara teke tek dövüsme teklifi sundum. Kabul etmediler haliyle. Ama insafli davranip ikiye bir dövüsmeyi teklif ettiler. Caresizce kabul ettim. Karsima ilk cikana bi tokat patlattim, yere düstü hemen. Diger taraftan saldirana da bi tane patlattim, o da düstü. Cok sasirmistim. Tokati yiyen düsüyordu. Bunu görünce tabi Allah yaratti demedim arka arkaya patlattim tokatlari. Baya da sak suk diye ses geliyordu. O kargasada Arnold'umun uyudugu arabanin oraya inmisiz. Arnold arabadan cikip mahmur gözlerle "Bu ne gürültü" diye kükreyince hepimiz donakaldik. Normalde benimle ayni boyda olmasina ragmen rüyamda Arnold 2.20 gibi bi seydi. Benim tokatladigim afacanlar tis tis gittiler tabi korkularindan.

Bu haftaki Uykusuz'un sizden gelenler kisminda bir Arnold karikatürü vardi. Bi de gecen hafta masaj yaparak bi kedi uyutmustum. Ikisi birbirine girmis sanirim.

8 Ekim 2009 Perşembe

Türkiye'de bilime verilen önem (sadece bir örnek)

Son birkac aydir deli gibi gezginlige takmis durumdayim. Agustos ayinda Chris McCandless hakkinda da kisa bir yazi yazmistim. 2007 yapimi filme esin kaynagi olan kitabini gecen hafta siparis ettim. Su an da Eddie Vedder'in soundtrack'i esliginde okuyorum.

Kitabi okurken aileden geri kalanlar ve Chris'in yolculugu sirasinda tanistigi insanlarin izini sürmek geldi aklima. Babasi 50'li yillarda NASA'da calismisti. NASA'nin sitesine girince de bir lise arkadasimin orta okulda yaptigi dönem ödevi geldi aklima. Onu paylasmak istiyorum.

Mersin'de oturan bu arkadas orta 2'deyken uzay konulu bir dönem ödevi aliyor. Fen dersi mi, ingilizce dersi mi bilemiyorum artik. Bu arkadas fotograf ve döküman istegiyle bir mektup TÜBITAK'a, bir mektup da NASA'ya yolluyor. Sene 1995-96 filan. E-Mail olayi yaygin degil.

Aradan 2 ay geciyor ve arkadas posta kutusunda USA damgali bir paket buluyor. NASA'dan gayet doyurucu nitelikte fotograf ve döküman gelmis. Tabi ki herhangi bir ücret talebi olmadan. Tübitak'tan hala cevap bekliyor...

5 Ekim 2009 Pazartesi

Pahali ama vasat iftar yemegi

Bloga baya bir ara verdim. Laptopta ve kafamda duran yazilar vardi. Bu konuyu da mutlaka paylasmak istiyordum herkesle üstünde cok vakit gecmesine ragmen.

Efendim, biz sirketten 3 arkadas Acibadem'deki Defne Kebap'a iftara gittik. Gittigimiz arkadaslardan bir tanesinin arkadasi orada calisiyormus, bize yer ayirtti filan. Güzel bir iftariye tabagi ve corbaya basladik iftara. Sonradan gelen icli köfteler de iyiydi. Ama ne olduysa ondan sonra oldu. Iskender getirdiler bize. Etler hem kayis gibiydi, hem de bir parmak kalinligindaydi. Tadini da begenmedim. Akabinde gelen güllac ise hayatimda yedigim acik ara en kötü güllacti. Benim ilk defa yaptigim güllac bile eline verirdi bunun. Tadi kötüydü. Onu gectim, güllacin üst yapragi kuruydu. Bildigin kuru. Basacaksin arkdas bol sütü güllac yapiyorsan. Beni fiziksel etkilemese de ruhsal olarak etkileyen baska bir olay vuku buldu sonra. Cay fasli denilen yemek sonrasi seremonide cay denen seyi sevmedigim icin pek aktif görev alamiyorum. Ama etrafimizdaki masalarda demlik demlik caylar icilirken bize hic bakilmamasi en sonunda sinirlerimi hoplatti. Gittim kendi demligimi kendim aldim ve servisin de cok kötü oldugunu söyledim. 1 hafta kadar otelde garsonluk yaptigimdan bu isin ne kadar zor oldugunu bilirim ve sinirlenme esigim cogu insandan daha yukaridadir ama ben bile ilallah dedim. Hesap olarak adam basi 27,5 TL ödedik. Bahsis hic vermedik. Rezaletti. Uzak durunuz efendim Acibadem Defne Kebap'tan.

31 Agustos - 6 Eylül Almanya Gezisi

Bu yazida basligin sadece ziyaret kismiyla ilgili olan kismini, aslinda bütün gezi tekmisim gibi bulabileceksiniz. Bloga yazdigim ilk gezi yazisi bu yanilmiyorsam (Bang Your Head!!!’I yetistiremedim bir türlü, 81 sayfalik bir Iran gezisi duruyor daha defterde).

31 Agustos Pazartesi

Ucagim 10:45’te oldugu icin saat 9 gibi Sabiha Gökcen’e vardim. Giseler acayip doluydu. Zaten ucak da zor bulmustum. 1 saate yakin bekledim giselerde. Tabi sirada ben oldugum icin hic ilerlemiyordu. Ilerlemeyince gerilen insanlar gisedeki kizcagizi da gerdi. Bagiris cagiris filan oldu. Kiz aglarayak arka odaya gitti. Baska biri gecti onun yerine. Sonuncu olarak verebildim esyalarimi. Pasaport kuyrugunda sansim yaver gitti. Zürih ve Stuttgart salterleri yan yanaydi. Ikisinin önü de kalabalikti. Stuttgart kuyruguna girdim haliyle. Bir türlü ilerlemiyordu. Sonra bir görevli Stuttgart, Stuttgart diye bagirdi da Zürih kuyrugunda oldugumu anladim. Önde baslayan kuyruk arkalarda catallaniyor tabi. Otobüse binip 70 metre ilerideki ucaga gittik. Bacak araligi en fazla diye en önden almistim koltugu ama bu sefer de kic araligi kücük cikti. Ben ki icecik bir popoya sahibim (bakin kic bile degil benimkisi), zor sigdim yani.

Sabah gec kalmamak icin Tülinimin bir gece öncesinden yaptigi kisirdan maalesef cok az alabildigim icin ucakta sandvic söyledim. Yemegimi yiyip biraz gazete okuduktan sonra ucusumun son bir saatini uyuyarak gecirdim.

Almanya’ya son 2 senede ücüncü kez geliyordum. Hepsi de yazindi ve ilk kez yaz havasiyla karsilasiyordum. Daha önce hep kapaliydi hava. Hele 2007’de Wacken’a geldigimde (bak onunla ilgili de bir yazi yazmam lazim bir ara), sadece festival zamani yagmur yagmamisti. Tekrar pasaport kontrolünden gecip, cantalarimi aldiktan sonra rezerve ettigim Ford Focus Kombi’yi teslim aldim.

Ilk hedef 310 km uzakliktaki Pilsting’di. Sehir Avusturya sinirina yakindi. Münih’e ucak biletleri pahali oldugundan Stuttgart’tan gitmek zorundaydim. 140-150 ile giderek 3 saat olmadan varmistim oraya. Sehrin icine girmedim. Toplantidan sonra Münih’e gittim. Pilsting'in Pfarrkirche'si:



Otelime giris yaptim. Üstümü degistirdikten sonra Münih Havalimani’na gittim. Oradan yapmam gereken bir sey vardi. Yolda bir yemek yiyecek yer bulana kadar kaldigim kasaba bitti.

Münih Havaalani kendi icinde bir sehirmis. Yolumu bulana kadar ceyrek depo benzini bitirdim. Sonunda gidecegim yeri buldum. Gözünü seveyim ben Atatürk Havaalani’nin. Bir bina var. Gelen asagi katta, giden üst katta. Mis valla…

Park edip kartimi aldim. Kart da kaybolmasin diye büyük bir zeka örnegi gösterip ipod kilifina sikistirdim. Iceride bir Sportsbar vardi. Orada yemek yiyeyim dedim ama orasi da 10 dakika sonra kapatacagi icin (Saat 9’a geliyordu) yemek vermediler bana. Ne yapayim, ben de yan taraftaki dönerciye gittim. Orasi 11’e kadar acikmis. Koyun peyniri dahil ne varsa koydurttum pidenin arasina. Dönerin tadi degisikti ama fena degildi. O kadar actim ki, ne olsa yerdim. Park bedelini ödemek istedigimde otomat bileti kabul etmedi. Zira benim Ipod kilifinin miknatislari biletin manyetigini fisfislamisti. Park yerinden disari cikamadim. Tekrar otomata gittim. Oradan birine telefon edip yeni bilet aldim ve ancak öyle cikabildim. Hic caktirmadim ama.

Otele geri dönüp biraz internete girmeye calistim ama baglanti cok kötüydü. Dislerimi fircalayip yattim.

1 Eylül Sali

Sabah kalkip dus aldim ve kahvaltiya indim. Her seyden bol bol yedim tahmin edilecegi üzere. Bir daha ne zaman yemek yiyecegim belli degildi. 11’de toplantim vardi zira.

Toplantidan sonra benzin alip Münih’in merkezine gittim. Tren garinin oraya biraktim arabayi. 13. yüzyilda yapilan Karlstor’a gittim. 18. yüzyilda tekrar bir elden gecirmisler ama. Bu Karlstor’un oldugu cadde (Tor, kale girisi demek. Ayrica almanca’da kale ve gol anlamina da geliyor), sadece yayalara acik bir yer. Sagli sollu magazalar ve restoranlar mevcut. Onlardan bir tanesine oturdum. Augustus birasi ve Schwaben usulü mantarli dana köftesi söyledim (aslinda garson tavsiye etti, yoksa onca seyin arasindan zor bulurdum).



Yemegimi yedikten sonra arabaya gittim yine. Havaalanina gerekli teslimati yaptiktan sonra Aalen’a vurdum arabayi. Hava bugün 32 dereceydi. GPS aleti beni hedefe bir 60 km kala otobandan cikardi ve cevre yoluna atti. Bir de aksi gibi bu 60 km’nin 50 km’sine yakini kamyonun arkasinda gecti. Sollamak da yemedi. Tin tin gittim arkasindan. Haziran’da geldigimde de kaldigim Hotel Adler’a gittim yine. St. Mauritius Kilisesi:



Yeni odalardan birini vermisler bana. Frenchbed. Biraz dinlendikten sonra restorana indim. Salata söyledim. Salatayi beklerken ve yerken cok saglam simsekler cacti. Yagmurlu olacagi söylenmisti zaten. 2 gün günese de sükür sonucta. Odama ciktim. Internete girdim gec saatlere kadar.

2 Eylül Carsamba

Kalkip kahvaltiya indim. 5-6 kisilik bir grup da vardi kahvaltida. Acayip gürültü ettiler. Moralim zaten bozuk. Saglam kahvalti ettikten sonra yikanip tras oldum. Aalen Wasseralfingen’daki toplantidan sonra Aalen’in sanayi bölgesine gittim. Orada bir görüsme yaptiktan sonra Media Markt’a gittim. Media Markt’in yaninda spor magazasi vardi ama icinde benim ilgimi ceken bir sey yoktu. Media Markt’a girdim sonra. Orada da sansima metal CD’lerinde indirim yoktu. Michael Jackon’in Bad albümünü aldim 6 Euro’ya.

Aalen merkezde Burger King’de yemek yedikten sonra Ulm’e gittim. Ulm, benim Luzern’den bile daha cok begendigim bir sehir. Tuna nehri boyunca uzanan parkurlari ve spor sahalari beni etkilemeye yeterken bir de Dünya’nin en yüksek kilisesine sahip. Haziran’da geldigimde 15 km filan yürümüstüm bu güzel sehirde.

Gecen sefer de gittigim Hotel Kreuzäcker’a gittim yine. Üstümü degistirip biraz hokkabazlik calistiktan sonra aksam yemegini yemek üzere sehir merkezine gittim. Iyi bir cin lokantasi bulmak biraz vaktimi alsa da sonunda hayatim boyunca unutamayacagim bir yemege kavustum.

Corba olarak Wan-Tan söyledim. Bildigimden filan degil. Menüde neyli oldugu yazmadigi icin söyledim, sürpriz olsun diye. Müthis bir corba geldi. Tadi harikaydi. Bir sürü sebze vardi icinde. Ayrica 3 tane de büyük manti tanesi ve tavuk eti vardi. Tadi damagimda kaldi resmen ve fiyati da sadece 1,90 €’di. Hem saglikli hem lezzetliydi. Icecek olarak Kuava suyu söyledim. Tropikal meyve oldugunu tahmin etmek zor olmadi da, tam olarak nasil bir sey gelecegini bilmiyordum yine de (hatta meyvenini ismini de attim. Kuava diye bir kelime olup olmadigini bilmiyorum bile). Sarimsi bir sivi getirdiler. Harika bir tadi vardi. Iyi ki yarim litrelik istemisim. O da 2,90 €’du. Yaninda da 20 cl’lik bir icki getirdiler. Onun da harika bir tadi vardi. Kokladiginda alkol oldugunu biliyorsun ama tadinda cok az farkediliyor. Zaten cok hafif bir seydi bu müessesenin ikrami. Ana yemek olarak yengec söyledigimi sanmistim zira menüde Krabben yaziyordu. Karides icin shrimps yazmislardi. Ama yengecin Krebs oldugunu unutmusum. Yengec niyetiyle yemeye basladigim seyin sonradan jumbo karides oldugunu fark ettim. Tadi cok güzeldi. Bu enfes yemegin de fiyati sadece 7,50 €’du. Önce catal bicak getirdiler ama ben chop sticks istedim tabi. Yemek yaninda pilavla servis edildi. Pilav tahmin ettigim gibi soguk ve tuzsuzdu. Zaten adamlar pilavi katik diye yiyor. Tesekkür edip ayrildik. Artik Ulm’e geldigimde nerede yemek yiyecegimi biliyordum, hem de Türkiye’de ödeyecegimin ücte bir fiyatina.

Dönüste yürüyerek gittim otele. Ulm’un icini iyice bir dolastim. Ulmer Münster’in saat kacta acik olduguna bakmaya gittim. Yol üstünde Ulm’un II. Dünya Savasi’ndan önce ve sonraki hallerinin fotograflarinin bulundugu bir sokaktan gectim. Cok ilgimi cekti haliyle. Ulmer Münster’in hemen yaninda bir sarap festivali (Weinfest) vardi. Icinden gectim ama o kadar doluydum ki, agzimi acsam kusacak gibiydim. Sokaklardan birinde iki tane gezgine rastladim. Elleri cantalari nasil dolu. Yardim teklif ettim ama yüzüme bakip hicbir sey demeden hizli hizli uzaklastilar.

Köprünün üstünden gecerken bana dogru gelen iki cift gördüm. Polonyali olduklarini sandigim karilar (daha kibarlastiramadim) yanlarindan gecen iki almana bagirmaya, bir seyler söylemeye basladilar. Almanlar bunlara hic aldiris etmeden yürüdüler gittiler. Adabazar’da olsaydi elemanlar kesin low kick calisirdi.

Yürüme parkuruna ciktim. Gecenin 11’inde bile hala bisiklet kullananlar ve kosanlar vardi. Icmeye gelenler vardi ama sessiz sessiz, usturubuyla iciyorlardi. Karanlikta bir bank bulup oturdum. Düsünmeye basladim. Biraz agladim. Sonra otelime dogru yürümeye devam ettim. Yolda polis genc bir sürücüye alkol testi uyguluyordu. Ne yapmasi gerektigini filan anlatiyordu. Kendimi hic iyi hissetmiyordum. Müzik dinlerken sizmisim.

3 Eylül Persembe

Bugün baya vaktim vardi. Kalkip saglam bir kahvalti yaptim her zamanki gibi. Otelden ayrilip sehir merkezine gittim. Ulmer Münster’e cikmak istiyordum artik. Arabalarin oldugu bir yere cektim ben de arabayi. Biraz sonra abinin teki gelip oraya park etmenin cezasinin 95 € oldugunu söyledi. Onun özel izni varmis. Arabasiyla bana park yeri gösterdi sagolsun. Park otomatina gittim. Bir türlü beceremedim park karti almaya (halbuki okusaydim yapabilirdim, acele ettim yok yere). Gittm Ulmer Münster’e:



Biraz Ulmer Münster’den bahsedeyim. Burasi Dünya’nin en yüksek kilisesi. Boyu 161 metre. Hamburg’taki St. Nikolaikirche’nin boyu 156 metre. Meshur Kölner Dom’un boyu ise 146 metre (boylari aklimda kaldigi gibi yazdim. 3-5 metrenin lafini etmeyin sonra. Sayilari da Ulmer Münster’in icindeki yüksek tapinaklar kisminda gördüm. Bakmadim nete filan. Trende yaziyorum zaten bunlari). En tepeye kadar 768 basamak var. Daracik yerden döne döne cikiyorsun. Giris de sadece 4 € (evet bizim Galata Kulesi’ne cikistan biraz daha ucuz, 10 Lira’ydi orasi en son). Kilise’nin yapimina 1377 yilinda baslanmis ve 1890 yilinda tamamlanmis. Artik ilk yapilan mimari yapiya uygun olarak mi bitirilmis ne yapilmis bilmiyorum ama Mimar Sinan’in yapilarinin ne kadar kisa sürede yapildigini düsünürsek, üstada bir kez daha saygi duymak gerektigini anliyoruz.

Yukari cikmaya basladim. Duvalarda hep yazilar. Bilmem kim was here, su sunu seviyor (Türkce yazilmis). Yazik günah ya. Hangi mantikla yazilir böyle seyler anlamiyorum. Sansima önüme slavlar cikti (hirvatlardi sanirim). Yavas yavas cikiyorlardi yukariya. En sonunda genis bir bosluga denk geldik de gectim onlari. Yani ben de hizli hizli cikmaya calismiyordum saat 2’de Mercedes’le toplantigim oldugu icin. Terlemeyeyim diye kasiyorum yani bir taraftan ama bunlar cok yavasti. Saymadim ama herhalde 300 basamak sonra filan ilk mola yerine vardim. Yukarida bahsettigim tapinak bilgilerinin oldugu büyükce bir yerdi. Ayrica üstü camla kapli bir delikten asagidaki canlar görülebiliyordu. 15 tane vardi. Saat 11:45’ti. Acelem oldugu icin 15 dakika daha bekleyip hepsinin uzun sure calinmasini izleyemedim. Bir dahaki sefer daha tesekküllü gelecegim, fotograf makinasiyla filan. O zaman bekler izlerim. Ikinci etap biraz daha dar bir gecitten olusuyordu. Burada da 250-300 basmak vardi. Artik iyice yükselmistim. Rüzgar oldukca sertti. Terlememe izin vermiyordu bile. Timanilacak son bir etap kalmisti. Buraya gelene kadar hep tek yöndü inisler ve cikisler. Ama bu son kulede inis ve cikislar tek bir merdivenden yapiliyor ve burasi daha öncekilerden de dar. Tutmak icin de fazla bir yer yoktu. Yani bir düstün mü 100-150 basamak durmadan düsersin. Yukaridan gelenlere yer vermeye calisiyordum. Gelenlerden bir tanesi de kiliseye girdigimde rastladigim kör bir adamla cocuguydu. Görenlerin bile cikmaya cesaret edemedigi son kismi da cikmis. 9-10 yasindaki cocuguyla öyle güzel bir sohbeti vardi ki. Cocugu her seyi anlatiyordu ona. Resmen gözü gibi. Cok hosuma gitti. Onlara da yer verdikten sonra tamamladim cikisi. Hava biraz yagmurlu, dolayisiyla bulutlu oldugundan görüs mesafem normalden daha kisaydi. Acik bir havada Alpler’in bile göründügünü söyler bir efsane. Kulenin tepesine 10 metre filan vardi diye tahmin ediyorum. Anneme zirveden bir mesaj cektim. Asagi inerken kronometreyi calistirdim. Yüksek sayilacak bir tempoda 12 dakikada inebildim. Bir dahaki gelisimde yine cikmaliyim.

Oldukca basarili (ve uzun) gecen Mercedes toplantimdan sonra yemek icin IKEA’ya gittim. Her zamanki karidesli salatamdan aldim. Yanina bol sebzeli hint corbasi ve isvec usulü schnitzel ve soguk icecek aldim. Salata Türkiye’de daha güzel. Hem zeyinyagi da veriyorlar. Corba kötüydü. Keske gulas corba alsaydim. Schnitzel de bildigin schnitzeldi. Soguk icecek secenegi fazlaydi sadece Türkiye’dekinden farkli olarak. Yaban mersini gazozu filan var. Kolaya tercih ederim tabi. Cin restoraninda ödedigimden daha cok ödedim anasini satayim. Bir de cikmak icin sonra bir saat yol yürüdüm IKEA’da.

Bu gece Mannheim’a 13 kilometre uzakliktaki Ladenburg’ta kalacaktim. 220 kilometre yolum vardi. Yol boyunca cok yagmur yagdi. Mannheim’a yaklasinca dindi ama. Hotel Im Lustgarten diye bir otelde kaldim. Ladenburg'ta Aziz Gallus Kilisesi:



Biraz Ladenburg’tan bahsedeyim. Otobanda Ladenburg’a yaklasirken Roma Yerleskesi yaziyor tabelalarda (Almanya’da neredeyse her yerlesim birimi icin ilgi cekici bir tabela ve yazi hazirlamislar. Gotik kent, zart kalesi, zurt kilisesi, tarih öncesi magaralar diye uzayip gidiyor. Bazen otobandan cikip kasabalari gezesim geliyor). Aldigim kartpostalda kasabanin M.S. 98 yilinda kuruldugunu yaziyordu. Yollar cok dar ve hep arnavut kaldirimiyla dösenmis (bircok orta cag kentinde oldugu gibi). Ama bu yerde modern yapi yok denecek kadar az. Cok gec geldigim icin fazla gezemedim. Sabah da erkenden terk etmek zorunda kalacaktim maalesef.

Otelimiz de eski bir köy eviydi. Otelden ziyade restoran olarak kullaniliyor. 6 tane tek kisilik, 8 tane cift kisilik oda vardi sadece. IKEA’da yemis olmasaydim orada yerdim kesin yemegi. Biraz yazi yazip yattim cünkü sabah cok erken kalkacaktim.

4 Eylül Cuma

Sabah 6:30’da uyanip asagida söminenin önünde kahvaltimi yaptim. Sabah haberlerinde Michael Jackson’in cenazesini anlatiyorlardi. Michael Jackson’in ölüm haberini de Almanya’dayken almistim. Güzel bir kahvalti yapip odama ciktim. Giyinip Mannheim’a gittim.

Orada süren kisa bir toplantidan sonra Köln istikametine vurdum arabayi. Dikkat kurbaga cikabilir, dikkat geyik cikabilir tabelalarinin arasindan gecerek o günkü ikinci toplantima gittim. Cuma olmasindan midir nedir, cok durgun gecti o toplanti.

Artik serbesttim. Ertesi günkü fuar Düsseldorf’ta oldugu icin yaklasik 100 kilometre daha araba kullanacaktim. Önce otelime yerlestim. Hintli oldugunu tahmin ettigim bir aile isletiyordu oteli. Almancalari oldukca kötüydü. Otelin asansörü 1965’te yapilmisti. Odama ciktim. Biraz uzandim. Internetten Düsseldorf’ta bulunan Metal/Rock Bar var mi diye baktim. Bolkerstrasse’de iki tane varmis. Adresleri alip oteli terk ettim.

Sehrin Altstadt’ina gittim önce (Isvicre ve Almanya’da cogu büyük sehrin yüzyillar öncesinden kalma yapilarinin bulundugu Altstadt’lari vardir. Altstadt da Old City, Eskisehir :eha: demek zaten). Navigasyona Bolkerstrasse’yi girerken önünden gectigimi gördüm. Burasi bir nevi barlar sokagiydi. Müzikler birbirine karisiyordu. Insanlar hangi barda oturdugunu muhtemelen unutuyorlardir. Ama herkes halinden memnundu. Bolkerstrasse:



Yemek yiyecek yer bakindim. Pizza Hut’a girdim. Öglen yemek yemedigim icin acayip actim. Önce bir Tavuk Kanat söyledim, büyük seftali suyu ve büyük de pizza margherita söyledim. Gelen pizza harbiden büyüktü ama son iki lokmaya kadar pek zorlanmadan yedim. Tahmin ettigimden de cok acikmisim.

Oradan cikip barlara bakindim. Engel denen yer cok yakindi Pizza Hut’a. Hard Rock caliyordu iceride. Bir de Weisser Bär’i aradim. Orada Marilyn Manson caliyordu. Engel’a gitmeye karar verdim haliyle. Öncesinde hava kararana kadar Ren nehri kenarinda yürüdüm. Ardindan da ALDI’ye gidip aksam icin bir seyler aldim ve onlari arabaya koydum.

Engel’a gittim yine. Bos yer boldu. Bir bira söyledim: 1,70 €. Koyu bira olmasina ragmen tadi fena degildi. Barda en genc bendim muhtemelen. ZZ Top, Rolling Stones filan caliyorlardi. Ortam iyiydi. Tavanda gitarlar asiliydi. Millet dart atiyordu, bilardo oynuyordu. Sarkilara eslik edip dans edenler vardi. Tek kötü tarafi kapali alanda sigara iciliyor olmasiydi. Yine de bir bira daha söyleyip etrafi incelemeye devam ettim. Keyifliydi benim icin.

Hafif alkollü arabaya atlayip otele gittim. Ertesi gün cok gec kalkmama gerek kalmayacakti. Biraz juggling calistim, ivir zivir yedim ve yattim.

5 Eylül Cumartesi

Klasik müzik esliginde kahvaltimi yaptiktan sonra dus alip hazirlandim. Bugün fuara gidecektim. Sabah 10’dan aksam 6’ya kadar fuardaydim. Karavanlar 20'000 €’dan baslayip 230'000 €’ya kadar gidiyordu (icine Smart giriyordu kimilerinde). Outdoor kisminda Samed’le benim ayni anda batirmadan icine girebilecegim sisme bot gördüm 60 €’ya. Hala „alsa miydim lan?“ diye düsünüyorum. Gölde ve denizde kürek cekebilirdik ikimiz.

Fuardan cikip ALDI’ye gittim. Pazar günü alisveris yapacak yer olmayacakti. Biraz icecek ve cikolata aldim Türkiye’ye götürmek icin. Kendime de gece icin 70’lik bir sarap aldim 2 €’ya. Otele gittim. Üstümü filan degistirdim. 6 gündür ayni takim elbiseyi giydim anasini satayim. Giydim yine sortumu ve batug.com sweatimi. 40 lira diye cok demistik önce ama süper oldu yani. Yagmurun ve rüzgarin bol oldugu Almanya’da cok isime yaradi.

Yemek yiyecek yer bakindim. Arjantin ve ispanyol restoranlarina baktim ama gözüm Bolkerstrasse’de gördügüm Cin restoranina takilmisti. Dönüp dolasip yine oraya girdim. Menüde yine Wan-Tan corbasi vardi ama ben bu sefer Hint usulü bir corba aldim. Kötüydü. Taze sogan koymamis olsalardi fena olmazdi. Bu Asyalilar yemekleri sebzeli yapacagiz diye ellerine gecen her yesil seyi yemege katmasalar daha cok tercih edilirler valla. Arkasindan mekanin özel yemeginden yedim. 8 cesit etin ve yine bol sebze ve soya sosunun oldugu bir yemekti. Neyin ne eti oldugunu yazsalarmis keske. En cok citir ördek etini sevdim ama.

Cadde cok kalabalikti. Junggesellschaftsabschied (JGA diye kisaltacagim, cok uzun sürüyor yazmasi) denilen olaydan cok vardi. Onu da kisaca bir anlatmaya calisayim. Evlenecek olan erkek, arkadaslarinin sectigi bir kiliga bürünerek gül, icecek, zart, zurt satmaya cikiyor. Genellikle kadin giysisi giydirip tuhaf bir makyaj yaptiriyorlar. Satilanlarin parasiyla da arkadaslarina icki ismarliyor. Ayni anda belki 4-5 tane JGA kutlamasi vardi.

Barlarda millet üst üste artik. Sarki söylemeler, mani cigirmalar, her sey var. Adamlar icin önemli olan icmek zaten. Hangi müzikle nerede ictikleri önemli degil. Engel’e girsem mi diye bakindim ama asiri kalabalikti. Arabaya atlayip otele gittim. Otelde müzik dinleyerek kendi halime icmek istedim.

Uzun ugraslardan sonra Isvicre cakim sayesinde actim sarabimi. Bir taraftan müzik dinliyorum, bir taraftan da sarabimi iciyorum. Cips de actim ama yemek canim istemedi. Basim hafif dönmeye basladi. Ne kadar sarhos oldugumu juggling yaparak anliyordum. En son Iran’da alkolden basim dönmüstü. Zamanlamasi cok iyiydi. Zaten rüyada miyim, gercek yasamda miyim anlayamiyordum. Kötü bir rüyada oldugumu umuyordum. Fakat Türkiye’ye gittigimde olmadigini anlayacaktim. Neyse…

6 Eylül Pazar

Sarabi icerken, müzik dinlerken sizmisim. Iyi ki alarmi kurmusum. Sabah 9:30’da kalktim. Basim cok agriyordu. Kahvaltida sadece Müsli ve 3 tane yogurt yedim. Salam ve peynire dokunmadim. Yogurt cok iyi geldi. Süper bir sey ya su yogurt.

Odama cikip dus aldim ve hazirlanip ciktim. Son bir benzin alip havaalanina gittim. Free Shop’tan Jägermeister almak istiyordum ama bulamadim. Alkol orani daha düsük olan baska bir bitki likörü aldim. Geliste oldugu gibi dönüste de Pegasus’la uctum. Iki ucus boyunca da pilotlar sigara icti. Üc defa filan uyardim. Kesildi koku ama 10 dakika sonra basliyordu yine. THY’de sigara iciliyor diye sikayet ediliyordu ama masallah Pegasus’un kaptanlari 19 Temmuz’da cikan yasaya ragmen hala iciyorlar. Germanwings’te rastlamadim öyle bir seye. Bir dahaki sefere kavga edecegim muhtemelen. Kavganin sonucunu da yine buradan bildiririm.

19 Eylül 2009 Cumartesi

Adaleti kes

"Yakışıklı olması ve masum görüntüsü nedeniyle ‘Bebek Yüzlü Katil’ lakabı katılan Ali Kaya, tamamı Alanya’da gerçekleşen cinayetlerine, 1997 yılında amcası Celal Kaya’yı öldürerek başladı. Bu cinayet nedeniyle 5 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Cezası bitince, Adana'da kendi annesine tecavüz eden Zeynel Abidin Gümüş'ü öldürdü. Bu cinayet sonrası akli dengesi bozuk raporu alarak akıl hastanesine kaldırıldı. 1999’da ‘kapalı yerde duramaz’ raporu aldı ve hastaneden çıkarıldı. Bundan sonra Alanya’da 5 kişiyi daha bıçaklayarak öldürdü. Son cinayetinden sonra ‘kişilik bozukluğu’ teşhisiyle tekrar akıl hastanesine yatırıldı. Burada da ‘çivici katil’ olarak bilinen Ayhan Kartal’ı bıçaklayarak öldürdü. Son cinayetinden sonra Şanlıurfa yarı açık cezaevi’ne kaldırıldı. Bir yıl sonra buradan firar eden Kaya, 2004 yılında Alanya’da yakalandı."

Okudugunuz kisim ntvmsnbc'nin foto galeri kismindan. Cem Garipoglu'nun yakalanmasindan sonra Türkiye'nin seri katilleri diye bir yer acmislar. Seri katillere ve hayatlarina ilgi duydugumdan ve bu konuda Türkiye'de yasanilanlarla ilgili fazla kaynak olmadigindan baktim tabi hemen.

Simdi bu "Baby Face" Ali'nin durumuna bakacak olursak, cinayet islemis hapse girmis. Amcasini öldürmüs ve sadece 5 yil yatmis. Sonra cikip bir daha cinayet isliyor ve bu sefer timarhaneye kapatiyorlar adami. Sadece 2 (yaziyla iki) yil sonra da kapali yerde duramaz diye adami bildigin saliyorlar. 2 cinayet ve 5 yili hapis 7 yil gözetim altinda tutulma. Aklim almiyor yani. Sonrasinda adam tabi bos durmaz. 5 kisiyi da öldürmüs.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Kadinim

Kadinim
Esyalar toplanmis
Seninle birlikte
Anilar sacilmis
Odaya her yere.
Sevdigim o koku yok artik bu koku yok artik bu evde
Sen...
Kiyida kösede gülüsün kaybolmus
Ne olur terketme yalnizlik cok aci
Bu renksiz dunyayi sevmistik birlikte
Sen...
Kadinim, kadinim, kadinim.

Hatirla o gunu karsiki sokakta seni öptügümü
Ilk defa hayatta
Kollarimda benim ilk bahar sabahin
Sen...
Sönmüs bakmis yillar,
En masum karanlik
O ilik aydinlik yuvamiz sogumus
Geceler bitmiyor agliyorum artik
Sen...
Kadinim, kadinim, kadinim

Esyalar toplanmis
Seninle birlikte
Anilar sacilmis
Odaya her yere.
Sevdigim o koku yok artik bu koku yok artik bu evde

Masamiz kösede öylece duruyor
Bardaklar bosalmis her biri bir yerde
Sanki hepsi hasret senin nefesine
Sen...
Kadinim, kadinim, kadinim

Bana biraktigin bütün bu hayatin
Yasanan asklarin degeri yok artik
Ben sensiz olamam artik anliyorum
Sen...
Simdi cok cok yalnizim
Nolur kal benimle
O kapiyi kapat elini ver bana
Disarida yalniz üsüyorsun
Sen...
Kadinim, kadinim, kadinim

Agzima sictin Tanju Okan gece gece

13 Eylül 2009 Pazar

19 Kasim W.A.S.P. konseri ve terbiyesizlikler


W.A.S.P.’i bu sene haziran ayinda Almanya’da izledigim icin cok heyecanli degildim. Normal bilet alip en önde solda yerimi almistim. Benim oldugum yer cok kalabalik degildi aci dar oldugu icin. Ama ben yerimden memnundum, üstelik sahne önü biletlileriyle ayni hizada izleyecektim konseri. Etrafimda cok kisi olmadigi icin ben demir parmakliklarin üstünden gecip sahneye oturdum. Yedek amfiler filan vardi etrafimda. O yüzden kimse sahnenin kenarinda oturdugumu görmedi. Arkami da yasladim mis gibi. Sahne tahmin ettigimden güzel dekore edilmisti. Daha Kücükciftlik Park’ta Unirock ve Testament konserlerine gelmistim. Unirock’in festival olmasi sebebiyle, Testament de öylesine calip gitmeye geldikleri icin sahnenin özel olarak hazirlandigina sahit olmamistim burada daha önce.

Blackie Lawless bazi sarkilarda gitarini birakip sadece vokal yapti. Yine bir sarki arasinda gitarini birakti ve sahne önünde duran bir kizi kollarindan tutup sahneye cikardi. Exodus da aynisini Bang Your Head!!!’de yapmisti. Sahneye cikartilan kiz 14-15 yasinda filandi. Sacinin sag tarafini acik mavi ve pembeye boyaliydi. Güzel bir kizdi. O da sevindi tabi sahneye cikarildi diye. Saga sola yürüdü. Kizin arkasindan da Blackie ibnesi önünü sivazliyordu. Kiz güldü buna saka yapiyor diye. Sonra sarki basladi. Blackie kizi kolundan tutup sahne arkasina götürmeye calisti. Kiz durumun vahametini, Blackie’nin saka yapmadigini o zaman anladi. Seyirci de sasirmisti. Ama grup normal bir sey oluyormus gibi calmaya devam etti. Kiz bir firsatini bulup kurtuldu bunun elinden. Ben de ayaga kalkmistim. Sahneye firladim birden. Hicbir görevlinin bana dogru kosmamasina sasirdim. Cünkü kizlarin sahneye cikmasi her zaman serbesttir, ama erkekler cikti mi yaka paca indirilir. Aynisi Chuck Berry konserinde de olmustu. Blackie’nin üstüne yürüyüp „Hey Blackie, why don’t you fuck me?“ diye bagirdim. Türkce’ye, “lan lavuk, götün yiyorsa beni siksene” olarak cevrilebilir. Blackie yan yan beni keserek sahnenin arkasina dogru uzaklasmisti. Tirsti bildigin tirsti. Sonra sahneye yetkililer geldi. Konser durdu. Baya effendi gibi davrandilar bana. Beraber sahneden indik. Ben yetkiliye durumu anlattim böyle böyle oldu diye. „Istiyorsaniz atin beni konserden hic de umrumda olmaz“ dedim. Baya kisi de konser alanini terk ediyordu. Konser yine basladi ama 20-30 kisi ya vardi ya yoktu. Onlardan da ayrilanlar oluyordu. Ben de ciktim zaten. Eve Besiktas üzerinden mi yoksa Nisantasi üzerinden mi gitsem diye düsünürken uyandim.

28 Ağustos 2009 Cuma

Ev arkadasim Frank

Sabah kalkmisim, salona astigim Dünya haritasi yerinden sökülmüs ve katlanip bir kutuya konulmus. Cok seviyordum lan ben o haritayi orada. Üstelik kenari da yirtilmis. Madem cikartmak istiyorsun, söyle bana ben usulca cikartayim. Amerikan Samoasi filan yirtilmis gitmis. Neyse adam daha yeni tasinmis evime, hemen papaz olmayalim. Bir ara rahatsiz oldugumu söylerim. Ben mutfaga gectim, Frank da disari cikti eksiklerini tamamlamak icin. Kapi acilip birilerinin geldigini duydugumda epey vakit gecmisti. Frank yaninda baska bir Hollandaliyla gelmisti. Arkadasidir deyip kim oldugunu sormadim. Yeni misafir de zaten hemen üst kata banyoya gecti. Mutfaktaki kombi calismaya basladi. Sicak suyu acmis hemen. Frank yanima gelip kombinin nasil calistigini sordu. Türkce olarak güzelce izah ettim. Sonra odama gecip sirt cantami hazirladim. Haftasonuydu. Frank beni kapida bekliyordu gecirmek icin. Tokalastik. Bu sefer ingilizce konustuk. Onu da Kirkpinar'a cagirsam mi diye düsündüm ama sonra haftasonlari lig maclari oldugunu hatirladim. Teknik direktör en nihayetinde, takiminin basinda olmasi gerekir. See ya deyip good luck diledikten sonra indim merdivenlerden asagi. "Keske ev arkadasim Gullit olsaydi lan, o daha matrak bir adama benziyor" diye icimden gecirdim. Apartmanin alt katlarindan hiriltilar geliyordu. Meger zihinsel özürlü biri yukari cikiyormus. Ben de tekrar yukari ciktim Devil Sticks'i almak icin. Mahmud cok sevdi, oynar yine diye.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Evcil hayvan olarak ejderha

Rüyamda elimdeki yumurtadan ufak bir ejderhanin ciktigini gördüm. Oynadim filan bununla. Sevdim hatta. Ama bu acayip hizli bir sekilde büyüyordu. 1 dakika icinde elimi isirinca canimi acitacak kadar büyüdü. Biraz sonra iyice vahsilesecekti. Ben de camasir ipi alip bunu bogarak öldürdüm. Az önce yumurtadan cikan tatli sey 2 dakika icinde bir kedi büyüklügüne ulasmisti. Bunu benim yatak odasina yere koydum ve uyudum (rüyamda uyudum evet). Sabah kalktigimda ejderhanin ceset hala duruyordu. Gözleri acik da gitmis. Gözbebegi yoktu. Cöpe atmak istemedim, saygisizlik olmasin diye. Boynundaki camasir ipini cikarttim. Hareket etmeye basladi gibi geldi bana. Hareket ettikce de kücülüyordu. Gözbebekleri yine ortaya cikti ve nefes aliyordu artik. Yine yumurtadan ciktigi haline döndü. Bir kaseye su doldurdum ve önüne koydum. Kana kana icti yavrum. Süt vermeyi düsündüm bir ara. Kucagimda ejderhayla (yine büyüyordu) mutfaga gittim. Buzdolabini actim bozuk et var mi diye bakmak icin. Babam sanki bozulmus kiyma yollamisti bana diye hatirliyordum. Dolap et doluydu ama hepsi de tazeydi. Kusbasi etlerden aldim 2-3 parca. Ejderha yine büyümüstü. Bunun agzina attim etleri. Afiyetle yedi kerata. Ise gittigimde bunu ne yapsam diye düsünürken uyandim. Iyi de oldu. Bela olacakti basima.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Pazarlama Harikasi: Ramazan Pidesi

Pazarlama basarilari dendiginde i-pod'dan, Hyundai'dan, Sony'den bahsedilir. Ama su acik ki, en büyük pazarlama basarisinin adi ramazan pidesi. Bu kadar geri planda kalmasi belki yilda sadece 1 ay göz önünde olmasidir. Ciftli ekmek gramajindaki bu pideler, ayni ekmeklerin iki kati fiyatina satiliyor. Tadi daha iyi degil, sekli kesinlikle ekmege nazaran daha kötü (posete filan koyarken sekli bozuluyor) ayrica o kadar sira beklemek de cabasi. Ben kesinlikle (cok özel birinin özel istegi olmadikca) ramazan pidesi almiyorum. Ekmek aliyorum mis gibi, üstüne de ay cöregi alacak kadar para artiyor üstelik.

21 Ağustos 2009 Cuma

Güneslenen baykus

Sahur vakti taksi bulamayan amerikali misafirlerle disari ciktim da, hafif onun etkisinde kalinmis bir rüya sanirim:

Amerikalilari taksiye bindirdigim yerde ayni taksiciye rastladim. "Sag salim götürdüm ben senin arkadaslari abi. Merak etme sen hic" dedi soför. Sonra beni arabasina bindirip biraz yukari dogru sürdü. Sonra aklima geldi benim aslinda eve gidecegim. Indim hemen taksiden, asagi dogru yürüdüm tekrar. Kiralik olan dükkanlarin birinin doldugunu gördüm. Dükkanin önünde de 4 tane kus günesleniyor. En büyükleri de bir baykustu. Kücücük havlularin üstüne yatmislardi. Ben yalniz kuslari degil de dükkani inceliyorum. Ahsap kapi yaptirmislar girise. Benim öyle bakindigimi gören baykus da kalkti yerinde acti kapiyi. "Istersen gir icerden bak" dedi ve döndü tekrar yatti havlunun üstüne. Yalniz baykus da bakimliydi. Saclarini filan jöleyle geriye yatirmisti. Iceride pipo ve kahve icen bir abi vardi. Daire olarak da kullaniyormus orayi. Ben de bir sey demis olmak icin "Disardaki baykus kaca?" diye sordum. Almayacagimi ben de biliyordum. Abi "Sen ne kadar verirsin?" diye sordu. Ne diyecegimi bilemedim. "Ben baykus piyasasini pek bilmem ki" dedim baykusun ederini hesaplamaya calisirken zaman kazanmak icin. 80-90 eder mi acaba diye icimden geciriyorum. Komik bir rakam da önermek istemiyorum mahcup olmamak icin. "Sen bir fiyat söyle, onun pazarligini yapariz" dedim. Bir taraftan da ne derse yüzde 80'ini veririm diye düsünüyorum konusan bir baykus cok lazimmis gibi. Adam bir sey almayacagimi anlamis. "Almaya karar verince tekrar gel, konusalim" dedi kovarcasina. Dükkan evden cikarken göz ucumla yerde sirt üstü uzanan baykus baktim. O da bir gözünü acip beni kesti. Sevmedi sanirim o da beni.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Ashaena - Cei Născuţi din Pământ albüm kritigi



2006'da kurulan rumen grup Ashaena, 2008 sonunda ilk albümü Cei Născuţi din Pământ'i yayinladi. 9 sarki ve 9 interlude'den (türkcesi ne ola ki? Gecis filan olabilir herhalde) olusan bu albümü dinlerken last.fm'den grubun bascisi Tudor benimle irtibata gecti. Birkac yazismadan sonra albüm hakkinda yazi yazmaya karar verdim. Bloga baslarken kritik yazmayi da planliyordum, ilk albüm kritigi de Ashaena'ya nasipmis.

Ashaena, Karadeniz'in ilk adlarindan biriymis. Anlami da koyu maviymis. Grup Romanya kültürüne siki sikiya bagli. Ülkelerini ve kültürlerini seven genclerden kurulmus. Sarkilarinda rumen mitolojilerinden bahsediyorlar. Sözler rumence oldugu icin anlayamiyorum haliyle.

Beni taniyanlar bilir, böyle metal piyasasinda cok söz sahibi olmayan ülkelerin gruplarini dinlemeyi severim. Folklorik ögeler cok oluyor müziklerinde. Hatta cogunlukla (Ashaena'da oldugu gibi) bulunduklari topraklarin mitoloijleri, efsaneleri hakkinda sarkilar yaparlar. Bu aralar da dogu bloku ülkelerden cokca grup dinleme firsatim oluyor ne güzel.

Grubun türü Pagan Black Metal. Cogunlukla brutal ve düz vokali üstüste kaydetmisler. Cok etkilemese de rahatsiz da etmedi beni. Ama sadece düz vokalin oldugu yerler (Intunecat'taki kisimlar özellikle) uyutabiliyor. Neyse ki hemen arkasinda brutal vokal geliyor da ayiliyor insan. Sarkilar arasi gecisler cok yumusak olmus. Sanki 18 sarkilik bir albüm degil de tek sarki dinliyormusum gibi geliyor. Güzel baglanmis sarkilar. Albümde pagan metal'de cokca kullanilan yerel calgilara neredeyse hic yer verilmemis. Onlar da bence bu tarz müzigin tadi tuzu oluyor. Melodik acidan bir sorun yok da, bazi üflemeli calgilarla filan süslenebilir müzikleri (ya da bayan vokalle).

Extreme Open Air'e katilim konusunu da konusma firsatim oldu Tudorla. Ekim'de üniversiteleri basladigi icin gelme ihtimallerinin olmadigini belirtti. Unirock organizasyonu sever böyle bilinmeyen gruplari davet etmeyi (Arsames ve Bilocan örneklerinde oldugu gibi). Grup da konserler acisindan oldukca aktif masallah ve kendilerini daha fazla tanitmaya calisiyorlar. Canli performanslarina da güveniyorlar.

Son birkac cümleyle toparlayayim. Vokalistleri Cosmin disinda (30 yasinda) oldukca genc bir gruplar (20 yas ortalamasi). Kendilerini gelistirmek icin uzun bir zamanlari var. Yukarida degindigim farkli enstrümanlari katip daha da renklendirebilirlerse daha iyi olur bence (Tarana Sa Sanje sarkisinin basini dogru bir örnek olarak gösterebilirim bunun icin).

Son dönemlerde Pagan metalin yadsinamaz bir yükselisi var. Moonsorrow ve Primordial (ah ulan Let's Open Air), Eluveitie, KromleK, Falkenbach gibi gruplar metal müzik piyasasinda adindan sikca bahsedilen gruplar oldu. Daha iyi sartlarda yapilan bir kayit ve müzikal acidan kendilerini biraz daha gelistirmeleri durumunda Ashaena da iyi bir piyasa elde edebilir. Ben albümü tesadüfen edindim. Ashaena'ya sans vermek isteyenler grupla iletisime gecip (ashaena@gmail.com) albümü edinebilirler.

18 Ağustos 2009 Salı

Christopher McCandless (1968-1992)



Alexander Supertramp diye de bilinen bu gezgin kahraman, biraz inatciliginin, biraz da unutkanliginin sonucu Alaska'nin yabaninda kesfettigi ve "Magic Bus" olarak adlandirdigi otobüste 17 yil önce yalniz bir sekilde yasama veda etti. Mutlu muydu, degil miydi? Yaptiklarindan pisman olmadigindan eminim de, yazdiklarindan cok mutlu olmadigini anlayabiliyoruz (Happiness only real when shared).

Chris'in hayat hikayesi 1996'da Jon Krakauer'in yazdigi ve "Into The Wild" olarak adlandirdigi kitapla bütün dünyaca bilindi. Kitabin gercege sadik olarak yazilmasinda, Chris'in günlügü, ailesi ve yolda karsilastigi insanlarin büyük yardimlari olmus. Kitabi, 2007 yilinda sinemaya uyarlayan Sean Penn ise bu gezginin hayatinin daha genis kitlelere ulasmasini sagladi.

Ben de Alexander Supertramp'i filmle tanidim. Firsat buldukca da izliyorum (salya sümük logaritmik bir sekilde her izleyiste artiyor tabi). Özellikle evime gelen backpackerlarla izlemek ayri keyif veriyor.

Soundtrack'inin de Pearl Jam'den Eddie Vedder'in yaptigi, basrolde Emile Hirsch'in oynadigi bu filmi, icinde birazcik gezme aski olan herkese tavsiye ederim (ölecegini söyleyerek spoilerin kralini yaptim yukarida yalniz).

Bir gün benden haber alamazsaniz, bilin ki ben de cantamla kendimi Türkiye'nin yollarina vurmusumdur.

7 Ağustos 2009 Cuma

Kurtalan Ekspresi'nden Bir Yolcu Daha Indi: Bahadir Akkuzu



Her sabah ise baslamadan önce kahvalti yaparken bir ntvmsnbc'ye bakarim. Ve en üstte Bahadir Akkuzu'nun ölüm haberini ögrendim. Istahim kacti. Lavabo'ya gidip yüzümü yikadim gözlerimin doldugu belli olmasin diye. Baris Manco'nun ölüm haberini de 10 sene önce kahvalti masasinda almistim. O zaman da kahvaltiyi yarida kesmistim.

Türk rock müzigine önemli katkisi olan insanlari daha ölümlülerin arasindayken izlemeye calisiyorum hep. Erkan Ogur, Erkin Koray, Mogollar, Hasan Cihat Örter, Bülent Ortacgil izleme sansina eristigim ölümsüzler. Maalesef bu listenin eksikleri de can yakacak kadar cok. Baris Manco, Fikret Kizilok ve Cem Karaca'ya simdi bir de Kurtalan Ekspres eklendi.

Baris Manco'yu Kurtalan Ekspres'ten, Kurtalan Ekspres'i de Bahadir Akkuzu'dan ayri düsünmek cok zor. Konserlerde, albüm calismalarinda hep beraberdi bu ikili. Ikisi de gece, ansizin, genc yasta, kimse beklemezken göcüp gitti. Ben eminim ki orada Cem Karaca'yla birlikte yine müzik yapacaklar, yine egleneceklerdir.

6 Ağustos 2009 Perşembe

Vader'dan single


Kreator'un Hordes of Chaos'undan sonra Vader da We Are The Horde single'ini yayinladi pazar günü. 21 Agustos'ta cikacak olan Necropolis albümünün 11 sarkisindan biri We Are The Horde. Sarki yine tipik Vader cizgisinde. Kendini dinlettiriyor ve (kafayi da) sikmiyor.

Let's Open Air'in ilk aciklanan line-up'inda gördügümde heyecanlanmistim sonunda izleyecegim diye ama zilyon kere degisen line-up'in sonunda patlamasiyla baska bahara biraktik artik. 10. albümü cikarmadan izlerim umarim.

SSK'yi aktif hale getirme

Gecen sali gecesi birden atesim yükseldi. Gece 4:30'da kalkip hastaneye gittim. Bacaklarim tutmuyordu, basim agriyordu, üsüyordum, burnum tikaliydi, bir sürü sey. Kagithane Devlet Hastanesi'ne gittim. Muayene olacagimi söyledim. Ise gireli 5 ay, sigorta yatirmaya baslayali 4 ay olmasina ragmen 15,5 TL'lik muayene ücretini bayildim. Cünkü akil edip de bir türlü SSK hizmetlerinden faydalanmami saglayacak islemi yapmamistim. Muayene bile olmadan "Domuz Gribi" süphesiyle oradaki doktor abimiz bana Haseki'ye gitmemi tavsiye etti. Dibimizdeki Özel Levent Hastanesi bile domuz gribi icin tetkik yapamiyormus. Avrupa yakasinda sadece Haseki Devlet Hastanesi yapabiliyormus tetkikleri (ayrica kuduz asisini da bir tek orada yaptirabiliyorsunuz orada ögrendigime göre). Tekrar tekrar para bayilmamak icin bahaneyle SSK'yi actirayim dedim (lan nasil bir terim kullanilacak buraya? O gün de bir türlü anlatamadim).

SSK Findikli'da. Kabatas'tan Karaköy yönüne bir durak sonra sag tarafta. Yoldan ikinci bina olmasi lazim. Binayi bulmak sorun degil de, bu aktive etme seyini bulmakta zorlandim ben. Is haninda zaten Sosyal Güvenlik Kurum (SSK degil, SGK aslinda. Bakmayin deminden beri SSK yazip durduguma). Efendim daha önceden kimliginizin fotokopisini cektirip gidin. Orada da cektirebilirsiniz gerci 50 kurus karsiliginda. Giris katinda sagda dedektörlü kapidan gecmeden düz gidince giseleri göreceksiniz. Orada sira numarasi alin ve o solda bulunan dükkanda kimlik fotokopisi cektirin. Sira gelir zaten hemen. Bu arada mekan 9'da degil 8:30'da aciliyor. Tek yapmaniz gereken sey kimlik fotokopisini birakmak. Gisedeki abla 1 saat icinde acilir dese de 4-5 saati buluyor. Zira Haseki'de de muayene ve tetkik ücreti ödemek zorunda kaldim (toplam 22 TL). Ilaclari neyse ki sigorta yardimiyla aldim (%20'si ödeniyor). Belki yardimi dokunur.

Domuz gribi olayi bambaska bir hikaye. Ona bu yazida deginmeyecegim.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Wacken bilet satislarinda yeni rekor

Her sene X-Mas-Package adi altinda satisa cikarilan ucuz ve bol hediyeli wacken biletleri bu sefer 10 saatte tükendi. 109 Euro'ya bilet, poster, xl tshirt ve bir tane de cd alinabiliyor(du). biletler bu sene de 130 Euro olacak diye okumustum bir yerde. X-Mas'in ne kadar avatajli oldugunu da bu karsilastirmada görebiliyorsunuz zaten.

2006'da festival alaninda bile bilet bulunabiliyordu. Benim gittigim sene olan 2007'de festivale 3 hafta kala biletler tükendi de "yuh" demistik. 2008'de Mart'ta bitti biletler, "Ee abi Iron Maiden geliyor boru degil" dedik. Bu sene Ocak'ta bitti biletler. Öyle süper bir line-up da yoktu hani. Insanlar sanirim "20. sene mutlaka bombalari patlatirlar ardi sira" dediler. Hep bir kulp bulunuyor. Bakalim bu sene ne zaman bitecek? Immortal'la iyi bir baslangic yaptilar line-up'a. Umarim 2007'yi de gecerler bu sene.

4 Ağustos 2009 Salı

Sadece konser (ve sakatlik): Testament

Feyyazla ikinci geleneksel yaz koseri bu sefer Testament'e denk geldi. Sögütlücesme'de bulusup kadiköy'e yürüdük. Feyyaz bana yemek ismarladiktan sonra vapurla Kabatas'a gectik. Gecen seneki Judas Priest konserinin aksine bu sefer erkenden mekana vardik.

Origam sahnedeydi ve tahmin ettigim yine basima gelmisti. Igrenc bir ses sistemi vardi. Origam'in elimde olan iki sarkisini da last.fm'den indirmistim ve gruptan hoslanmistim. Yalcin'i bekledik kapinin önünde. Uzaktan uzaktan izledik Origam'i. Sarkilarindaki gazi sahneye yansitamadilar bence. Belki uzaktayim diye beni etkileyemediler bilemeyecegim (Immortal ve Dimmu Borgir'i de anasinin gözünden izlemistim gerci, neyse...).

Yalcin geldi ve iceri girdik. Cok özlemisim dostumu. En son gecen sene askerden önce görüsmüstük. Feyyaz'in istegiyle bu sefer öne gectik. Gecen sene Priest'te uzakta kalmistik yukarida bahsettigim sebepten ötürü. Cok da kalabalik degildi zaten.

Origam sahneden indikten yaklasik 40 dakika sonra Testament sahneye cikti. Saat 21:40'i gösteriyordu. 11'e kadar calacaklarini düsündüm fakat sadece bir saatte sahneden indiler. Ocak 2007 Chuck Berry konseri bile 70 dakika sürmüstü (kapali mekanda, bol sigara kokulu bir yerde 81 yasindaki bir amca bile 70 dakika caldi). Testament, deli gibi dinledigim bir grup degildir. Alone In The Dark ve Dog Faced God sevdigim sarkilar, Practice What You Preach ise en sevdigim albümleridir. Tabii ki hicbir sarkisini bilmeden gelmedim konsere ama nakarat disinda eslik edemezdim. Benim amacim eglenmekti. Yayinladiklari konser albüümlerine baktigimda az önce bahsettigim iki sarkisini hep calmis olduklarini gördüm ve ümitlenmistim de calacaklar diye. Turda caldiklari play liste baksaymisim konserde hayal kirikligina ugramazmisim.

Eglenmeye gitmistim dedigim gibi. Bir önceki gün hastanelerde sürünmeme sebep olan faranjitin tam etkisi gecmemisti. O yüzden cilginlar gibi headbang yapamiyordum. Ben de ne yaptim? Bir kere mosh pite girdim (hangi sarkiydi hatirlamiyorum). Isten cikip gelmistim üstelik. Altimda kumas pantolon ve is ayakkabisi. Gömlegi cikartip tshirt giymistim. Biraz dolanip tekrar bizimkilerin arasina döndüm. Ayrica son sarkida olan (sanirim son sarkiydi) wall of death'e de en ön safta katildim. Eminim komik bir görüntü olusmustur. Ama umrumda degil tabi. Cantami biraktim Feyyaz'a. Sarki baslayinca girdik birbirimize. Yere düsen biri vardi. Onu kaldirmaya calisirken bir dalga da ben yedim ve ben de o arkadasin üstüne düstüm. Tam ayaga kalkiyordum ki biri bilegime basti. Bilegimdeki ve tarak kemigimdeki agri hala devam ediyor. Sargiyla dolasmak zorunda kaldim 3 gün. Konser bitince bol bol baget dagitildi ama yakinima düsmedi hic biri.

Testament cok tutuktu. Cok fazla havaya giremedim. Hevesim kursagimda kalmisti biraz. Iki sene üst üste gelince tam performans göstermiyorlar mi acaba diyecem ama Saxon her sene Almanya'yi turluyor be abi. Seyirci bence gruptan daha istekliydi. Bilmiyorum. Garip bir seydi. Skolnick (kontrol ettim dogru yazmisim) sürekli cisi varmis gibi solo atti. Tarzi bu sanirim abinin.

Seyirci bu sefer affetmedi. Unirock'ta düsenleri kaldiriyorlar diye övmüstüm. Bu konserde düseni kaldirani düsürdüler. Bir de düsene bir tekme bastilar. Canim aciyor lan!

Unirock yazimda bagirmayin garanti olan sarkilarin isimlerini diye not düsmüstüm. Herkes uydu bu uyariya, bu sefer de Alone In The Dark'i ve Dog Faced Gods'i calmaya unuttular. Bir dahakine bagiralim arkadaslar.

Tebriz safarisi

Sik sik Terbiz'e gidiyormusum havasi vardi. Hatta masteri da Tebriz Üniversitesi'nde yapmayi düsünebilirdim. Kisin gittigimde ortalik biraz kuruydu ama simdi kendimi Afrika'da hissettirecek kadar yesil ve isil isildi ortalik.

Gezindigim ortamin ulusal park havasi vardi. Ayilar, aslanlar, filler, su aygirlari dolasiyordu etrafta. Ben de sehre dogru gitmek istiyordum. Ingrid'le telefonda konusmustum. Camurlu bir yoldan gittim ama hic bir tarafim kirlenmiyordu. Toprak yoldan ilerlerken solda calilarin icinden bir ayi bana seslendi. "Gel buraya saklan" diyordu ayi bana. Arkama baktigimda 5-10 metre ötemde 3 tane aslanin bana dogru yaklastigini gördüm. Girdim sik calilarin arasina. "Hareket etmemeliyim yoksa oyarlar" diye gecirdim icimden. En büyük aslan görmüstü beni. Geldi yanima ve koklamaya ve dokunmaya basladi. Pencesini hissediyordum vücudumda. "Sansa bak anasini satayim. Ayinin tüyleri var tabi, vücut isisini hissetmiyor aslanlar. Benimkini hemen farkedecekler. Üstelik ter kokuyorum, canli oldugumu anlayacaklar" diye düsündüm ki bir penceyle ikiye böldü aslan beni. Aci hissetmiyordum artik. Sanirim ölmüstüm ama yerden izliyordum olan biteni. Bacaklarimi kopardi diger aslanlar. Ic organlarimi nasil söktüklerini gördüm. Kaburgalarim da agizlarindaydi. Artik kus bakisi izliyordum olan bitenleri.

Wacken'da ilk gruplar belli oldu

2010 yilinda düzenlenecek olan Wacken Open Air'in ilk iki grubu resmen aciklandi. Bir tanesi 2007'de de sahne alan Immortal (anlatmaya gerek yok sanirim kendilerini) olurken, diger grubun ismen ve seklen tanidigim ama henüz dinlemedigim Folk Metal grubu Corvus Corax oldugu bildirildi.